Dinç, Umut Aslı | Yenerel, Melde | Görgün, Ebru | Öncel, Murat | Başar, Demir
Other | 2008 | Türk Oftalmoloji Dergisi38 ( 2 ) , pp.139 - 143
AMAÇ: Yaşa bağlı makula dejenerasyonuna (YBMD) bağlı gelişen koroid neovaskülarizasyonu (KNV) tanısında yeni bir yöntem olan ‘preferential hyperacuity perimetri’nin (PHP) lezyonu saptamada ve lokalizasyonunu belirlemedeki etkinliğinin değerlendirilmesi. YÖNTEM: Klinik olarak YBMD’na bağlı KNV tanısı konulan hastalar çalışma kapsamına alındı. Olgular detaylı oftalmolojik muayene sonrasında fundus floresan anjiografi (FFA) ile değerlendirildi. Tüm olgularda santral 14x14’lik görme alanı PHP (Foresee PHP, Notalvision) ile incelendi. PHP ile hyperacuity deviasyon haritası ve hyperacuity defekt haritaları kaydedildi. Yanlış pozitif ve ya . . .nlış negatif yüzdeleri güvenilir olmayan olgular çalışma dışında bırakıldı. FFA’de saptanan KNV yerleşimi ile PHP’de belirlenen tahmini retina lokalizasyonu arasındaki korelasyon incelendi. BULGULAR: Ortalama yaşları 70.67.1 yıl ve ortalama görme keskinliği 0.30.2 olan toplam 15 hastanın 20 gözü çalışma kapsamına alındı. FFA ile olguların 7’sinde klasik, 3’ünde baskın klasik, 3’ünde minimal klasik, 5’inde gizli KNV saptanırken 2 gözde sadece pigment epitel dekolmanı (PED) bulundu. PHP’de hyperacuity defekt haritasında belirlenen tahmini retina lokalizasyonunun 18 gözde FFA’de saptanan KNV yerleşimi ile uyumlu olduğu bulundu. SONUÇ: PHP’de saptanan tahmini retina lokalizasyonları ile FFA’deki membran lokalizasyonlarının büyük oranda örtüştüğü izlenmiştir. PHP, YBMD’na bağlı KNV olgularında gelişen santral makula fonksiyon bozukluğunu çoğunlukla belirliyebilmektedir. Anahtar kelimeler: Yaşa bağlı makula dejenerasyonu, koroid neovaskülarizasyonu, preferential hyperacuity perimetri. PURPOSE: To evaluate the efficacy of a new diagnostic tool for the diagnosis of choroidal neovascularization (CNV) secondary to age-related macular degeneration (AMD) known as preferential hyperacuity perimetry (PHP) to detect and localize the lesion. MATERIALS-METHODS: Patients diagnosed to have CNV related to AMD were enrolled in the study. All participants were evaluated by fundus fluorescein angiography (FFA) after a detailed ophthalmic examination. Central 14°x14° visual field were tested PHP (Foresee PHP, Notalvision). Hyperacuity deviation map and hyperacuity defect maps were recorded by PHP. Patients having high false positive or false negative ratios were excluded. The correlation between the localization of CNV detected by FFA and the possible retinal localization determined by PHP was investigated. RESULTS: Twenty eyes of 15 patients with a mean age of 70.6±7.1 years and a mean visual acuity of 0.3±0.2 were recruited in the study. In 7 eyes classic, in 3 eyes predominantly classic, in 3 eyes minimally classic, in 5 eyes occult CNV were detected by FFA. Only in 2 eyes pigment epithelium detachment (PED) was found. The estimated retinal localization demonstrated in hyperacuity defect map by PHP was found to be correlated with CNV localization by FFA in 18 eyes. CONCLUSION: In the majority of cases estimated retinal localization detected by PHP was correlated to CNV localization by FFA. PHP seems to be mostly effective for identifying central macular dysfunction in CNV secondary to AMD Daha fazlası Daha az
Erdal, Yüzbaşıoğlu | Artunay, Özgür | Utine, Canan Aslı | Şengül, E. Alper | Rasier, Rıfat | Bahçecioğlu, Halil
Other | 2008 | Glokom Katarakt3 ( 1 ) , pp.21 - 24
Amaç: Primer Açık Açılı Glokom (PAAG) ve Normal Tansiyonlu Gokom (NTG) hastalarında göz içi basıncı (GİB) ve korneal histerezis (KH) ilişkisinin karşılaştırılması. Gereç ve Yöntem: Çalışma; yeni teşhis edilmiş primer açık açılı glokomu olan hastalarla (Grup I), yeni teşhis edilmiş normal tansiyonlu glokom hastaları (Grup II) dahil edillerek prospektif olarak gerçekleştirildi. Oküler cerrahi geçirenler, sistemik bağ dokusu hastalığı olan hastalar ile /-3 dioptri üzerinde kırma kusuru olan hastalar çalışma kapsamı dışında tutuldu. Hastaların göz içi basınçları (GİB) ve korneal histerezisleri (KH) Oküler Response Analyzer (ORA) ile ölç . . .üldü, sonuçlar karşılaştırmalı olarak değerlendirildi. Bulgular: Grup 1 de 28, Grup 2 de 20 hasta vardı. Grup I de ortalama GİB 27.517.57 mmHg ve ortalama KH 8.831.97 mmHg ve MKK 568.5025.78 mm olarak bulundu. Grup II de ortalama GİB 17.832.88 mmHg ve ortalama KH 9.431.04 mmHG ve MKK 550.7133.84 mm olarak bulunmuştur. Sonuç: İki grupda GİB-KH arasında PAAG da %90, NTG da %54 de varan negatif yönde bir korelasyonun varlığı tespit edildi. Azalmış KH in glokom için bir risk faktörü olabileceği düşünüldü. Purpose: To evaluate the correlation between intraocular pressure (IOP) and corneal hysteresis (CH) in cases patients with primary open angle glaucoma (POAG) and normaltension glaucoma (NTG). Materials and Methods: The This prospective study was prospectively realised by included 28 newly -diagnosed POAG patientscases (group I), and 24 newly -diagnosed normaltension glaucoma patientscases (group II). The patients who had a history of previous ocular surgery before or who had connective tissue disorders, and over /-3 dioptric refractive error were excluded. The IOP and CH were measured by Ocular Response Analyzer (ORA) and the resutsresults were compared and discussed. Results: There were 28 cases patients in group 1 and 20 cases in group 2. The mean IOP was 27b51±7.57 mmHg, mean CH was 8.83±1.97 mmHg, and central corneal thickness (CCT) was 568.50±25.78 mm in group 1. The mean IOP was 17.83±2.88 mmHg, mean CH was 9.43±1.04 mmHg, and CCT was 550.71±33.84 mm in group 2. Conclusion: It has been detected that, there was a negative correlation up to 90% in POAG and 54% in NTG between IOP and CH in both groups. We consider iIncreased CH could be a risk factor for glaucoma Daha fazlası Daha az
Yenerel, Melda Nursal | Dinç, Umut Aslı | Görgün, Ebru | Başar, Demir
Other | 2008 | Türk Oftalmoloji Dergisi38 ( 1 ) , pp.38 - 42
AMAÇ: Santral seröz korioretinopati (SSKR) olgularında santral makula fonksiyonlarının ‘preferential hyperacuity perimetri’ (PHP) ile değerlendirilmesi. YÖNTEM: Akut başlangıçlı SSKR saptanan hastalar çalışma kapsamına alındı. Olgular detaylı oftalmolojik muayene sonrasında fundus floresan anjiografi (FFA) ve optik koherens tomografi (OKT) ile değerlendirildi. Tüm olgularda santral 14x14’lik görme alanı PHP (Foresee PHP, Notalvision) ile incelendi. PHP ile hyperacuity deviasyon haritası ve hyperacuity defekt haritaları kaydedildi. Yanlış pozitif ve yanlış negatif yüzdeleri güvenilir olmayan olgular çalışma dışında bırakıldı. BULGULA . . .R: Ortalama yaşları 42.46.0 yıl olan 2’si kadın, 8’i erkek toplam 10 hastanın 12 gözü çalışma kapsamına alındı. Olguların ortalama görme keskinliği 0.60.2 olup OKT ile belirlenen ortalama makula kalınlığı 660.0362.0 ?m idi. Değerlendirmeye alınan 12 gözün 4’ünde PHP ile hyperacuity deviasyon haritasında belirgin skotom saptanırken 8 gözde ise hyperacuity deviasyon haritası tamamen normal olarak bulundu. PHP değerlendirmesi normal ve skotomlu olan olgular arasında görme keskinliği ve ortalama makula kalınlığı parametreleri açısından anlamlı fark bulunmadı (Mann-Whitney U testi, p0.368 ve p0.570 sırasıyla). SONUÇ: PHP’nin akut santral seröz korioretinopati olgularında santral makula fonksiyon bozukluğunu belirlemede her zaman etkin olmadığı görülmüştür. PURPOSE: To evaluate central macular functions by preferential hyperacuity perimetry (PHP) in central serous chorioretinopathy (CSCR). MATERIALS-METHODS: Patients diagnosed to have acute onset CSCR were enrolled in the study. All participants were evaluated by fundus fluorescein angiography (FFA) and optical coherence tomography (OCT) after a detailed ophthalmic examination. Central 14°x14° visual field were tested by PHP (Foresee PHP, Notalvision). Hyperacuity deviation map and hyperacuity defect maps were recorded by PHP. Patients having high false positive or false negative ratios were excluded. RESULTS: Twelve eyes of 10 patients (2 female, 8 male) with a mean age of 42.4±6.0 years and a mean visual acuity of 0.6±0.2 were recruited in the study. Mean macular thickness was found to be 660.0±362.0 μm by OCT. In 4 eyes significant scotoma was detected in hyperacutiy deviation map by PHP, however in 8 eyes hyperacuity deviation map was entirely normal. Eyes with scotomas detected by PHP and normal PHP evaluations were compared by means of visual acuity and mean macular thickness, and no statistically significant difference was found (Mann-Whitney U test, p0.368 ve p0.570 respectively). CONCLUSION: PHP seems to be occasionally effective for identifying central macular dysfunction in patients having acute CSCR Daha fazlası Daha az
Fenercioğlu, Ayşen | Tamer, İsmet
Other | 2008 | Bakırköy Tıp Dergisi4 ( 4 ) , pp.131 - 138
Sigara, bugün dünyada önlenebilir ölüm sebeplerinin en başında gelenlerindendir. Tütün kullanımının terkedilmesi, başta akciğer kanseri olmak üzere diğer pek çok kanserin, kalp krizi, inme ve kronik akciğer hastalığının gelişme riskini azaltmaktadır. Yapılan çalışmalarda birinci basamak hekimlerinin sigara içicilere yaptıkları çok kısa tavsiyelerin bile sigarayı bıraktırma yönünde etkili olduğu ortaya konulmuştur. Bu nedenle, birinci basamakta görev yapan tüm hekimler, sigara içiciliğini, üzerinde durulması gereken önemli bir sağlık sorunu olarak algılamalı ve tütün bağımlılığını da kronik tekrarlayan bir hastalık gibi tedavi etmeli . . .dirler. Gerektiği hallerde klinik görüşme ve motive edici yöntemler yanında, mevcut farmakolojik ajanların da uygun kullanımı ile tütün kullanımının terkedilmesi yönünde önemli başarılar elde edilebilecektir. Smoking is the most preventable cause of death in the world in current medical practice. Smoking cessation decreases the risk of lung cancer, other cancers, heart attack, stroke, and chronic lung disease. Primary care physicians’ advices, even very brief ones, have been proven to be the most succesfull approach in a smoker’s attempt to quit. Therefore, each physician working as a primary care provider should consider smoking as an important public health issue to be taken care of, and treat smoking addiction as a chronic disease. It will be a good attempt to use the appropriate pharmacological agents supporting the clinical interviews Daha fazlası Daha az
Kurtulmuşoğlu, Mine Öztürk | Dinç, Umut Aslı | Ödek, Şengül | Akata, Fikret | Hasanreisoğlu, Berati
Other | 2008 | MN Oftalmoloji15 ( 1 ) , pp.63 - 65
Ön segment iskemisi, daha çok şaşılık cerrahilerinden sonra karşılaşılan bir komplikasyon olmasına rağmen, vitreoretinal cerrahiye bağlı olarak da gelişebilmektedir. Ekstraoküler kas cerrahisi sonrasında, orak hücreli anemi, polisitemia vera gibi hematolojik hastalıklara bağlı olarak veya skleral band çökertme uygulaması sonrasında oluşabilmektedir. Ön segment iskemisi, postoperatif erken dönemde görme azlığı, ağrı, fotofobi, kornea ödemi, ön kamara reaksiyonu, hipotoni ve katarakt gelişimi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu çalışmada, skleral band çökertme ile birlikte uygulanan vitreoretinal cerrahi sonrasında ön segment iskemisi gel . . .işen 48 yaşındaki erkek olgu tartışılmaktadır. Although anterior segment ischemia is a more common complication of strabismus surgery, it can also be seen following vitreoretinal surgery. Predisposing factors include extraocular muscle surgery, haematological conditions such as sickle cell disease or polycythemia vera and scleral buckling. Anterior segment ischemia usually has its onset in the first postoperative days and it is characterized by vision loss, ocular pain, photophobia, corneal edema, anterior chamber reaction, hypotony and cataract formation. In this article, we discuss a 48 year-old man with anterior segment ischemia following vitreoretinal surgery combined with scleral buckling Daha fazlası Daha az
Erzin, Yusuf | Çelik, Aykut F. | Karatoka, Belma | Aslan, Mustafa | Kocazeybek, Bekir
Other | 2008 | Cerrahpaşa Tıp Dergisi39 ( 1 ) , pp.27 - 32
Amaç: Crohn Hastalığı (CH) ve ülseratif kolit (ÜK) insidansı artmakla birlikte bazı olgularda iki hastalığın ayırıcı tanısı güç olabilmektedir. Literatürde pankreatik (PAB) ve goblet hücre antikorları (GAB) sırasıyla CH ve ÜK için spesifik ancak düşük sensitiviteli bildirilen testler olmakla birlikte ülkemizde bununla ilgili çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmanın amacı PAB ve GAB’ın CH ve ÜK ayırıcı tanısındaki değerini ortaya koymaktır. Yöntem: Yaş ve cins olarak eşlendirilmiş 130 sağlıklı kontrol (K) ve İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi inflamatuar barsak hastalıkları (İBH) polikliniği’nde takip edilen 102 ÜK, 63 CH . . .hastasının serum örneklerinde immun fluoresan antikor (İFA) yöntemiyle PAB ve GAB sıklığı incelenmiştir. Bulgular: GAB sıklığı K, ÜK, CH için sırasıyla 22/130 (%17), 27/102 (%27), 8/63 (%13), PAB sıklığı ise sırasıyla 1/130 (%0.8), 2/102 (%2), 8/63 (%13) bulunmuş olup tüm gruplar birbirleriyle ayrı ayrı karşılaştırıldığında PAB sıklığı CH’da K grubuna (c213.503; p 0.000), ve ÜK grubuna oranla (p 0.007) anlamlı yüksek bulunurken, ÜK grubunda ise CH’a oranla GAB sıklığı anlamlı olarak fazla (c24.420; p 0.036) bulunurken, kontrol grubundan farkı yoktu. GAB()/PAB(-) olgu K’da 22/130 (%17), ÜK’de 26/102 (%25), CH’da 6/63 (%10) bulunur- ken bu kombinasyonun CH ile karşılaştırıldığında ÜK belirteçi olarak sensitivitesi 0.25, spesifitesi ise 0.84 saptandı. GAB(-)/PAB() olgu K’da 1/130 (%0.7), ÜK’de 1/102 (%1), CH’da 6/63 (%10) saptanırken ÜK ile karşılaştırıldığında CH belirteçi olarak sensitivitesi 0.10, spesifitesi ise 0.99 saptandı. CH’da PAB’ın ÜK’te ise GAB’ın tutulum alanı, klinik aktivite, rezeksiyon varlığı, akut faz reaktanları, yaş ve cins gibi parametrelerle anlamlı korelasyonu saptanmadı. Sonuç: GAB ve PAB pozitiflikleri spesifik kolitlerin bir kısmında daha yüksek bulunsa da her iki belirteçin birlikte değerlendirildiğinde ortaya çıkan düşük duyarlılık ÜK ve CH’nın birbirinden ayırımında rutin klinik kullanımının uygun olmadığını düşündürmektedir. Objectives: Despite the increasing incidence of inflammatory bowel diseases (IBD) it may be challenging sometimes to discriminate Crohn’s disease (CD) and ulcerative colitis (UC). Although antibodies to exocrine pancreas (PAB) and Goblet cells (GAB) have been reported to have a low sensitivity and specificity for IBD no study has been performed yet in our country. Our aim was to determine the clinical importance of PAB and GAB in discriminating CD and UC. Methods: Sera of age- sex matched 130 healthy controls (HC), 102 UC, 63 CD patients followed-up at Istanbul University, Cerrahpaşa Medical Faculty weekly IBD outpatient clinic were analysed. PAB and GAB were detected by indirect immunofluorescence assay (IFA). Results: The prevalence of GAB was 22/130 (17%), 27/102 (27%), 8/63 (13%) and the prevalence of PAB was 1/130 (0.8%), 2/102 (2%), 8/63 (13%) in HC, UC, CD patients, respectively. When all groups were compared to each other the prevalence of PAB was significantly higher in CD patients compared to HC (c213.503; p 0.000), and UC patients (p 0.007), whereas the prevalence of GAB was significantly higher among UC patients compared to CD patients (c24.420; p 0.036). No significant difference regarding GAB was observed between UC patients and HC. The prevalence of GAB()/PAB(-) profile was 22/130 (17%), 26/102 (25%), 6/63 (10%) in HC, UC, CD patients, respectively. When CD patients were compared to UC patients the sensitivity, and specificity of this profile as a marker of CD was 0.25, and 0.84, respectively. The prevalence of GAB(-)/PAB() profile was 1/130 (0.7%), 1/102(1%), 6/63 (10%) in HC, UC, CD patients, respectively. When UC patients were compared to CD patients the sensitivity, and specificity of this profile as a marker of UC was 0.10, and 0.99, respectively. No significant correlations were observed between PAB, and GAB and location, clinical activity, the presence of prior resections, acute phase reactants, age, and sex in CD, and UC patients. Conclusion: Although the prevalences of GAB and PAB may vary in different IBD subgroups, the low sensitivity of both markers make them an useless tool in discriminating CD and UC Daha fazlası Daha az
Soğukpınar, İ. Cenk | Şahin, Duygu | Demirağ, Alp | Dinçel, Aylin Sepici | Kısakürek, Mustafa | Aakuş, M. Ali | Altan, Nilgün
Other | 2008 | Türk Biyokimya Dergisi33 ( 3 ) , pp.111 - 116
Amaç: Bu çalışmada hepatik iskemik önkoşullamanın intestinal iskemi-reperfüzyon hasarındaki lokal etkisinin yanı sıra, akciğer ve karaciğer gibi uzak doku hasarının incelenmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Deney hayvanları Wistar tipi albino ratlar 3 gruba ayrıldı. Grup 1, kontrol grubu olarak kabul edildi. Grup 2’de süperior mezenterik arter 1 saat klemplenerek iskemi oluşturuldu, klemp açıldıktan sonra 0, 2, 24, ve 48 saatlik reperfüzyonun ardından sakrifiye edilerek doku örnekleri alındı. Grup 3’ te hepatik pedikül 2 kez 5’er dakika klemplenip iskemi sağlandıktan sonra 10’ar dakika reperfüzyon yapılarak iskemik ön koşullanma yapıl . . .dı. Ardından süperior mezenterik arter 1 saat klemplenip iskemi sağlandı, klemp açıldıktan sonra 0., 2., 24. ve 48. saatlerde doku örnekleri alındı. Karaciğer, bağırsak, akciğer dokularında malondialdehit düzeyleri, akciğer ve bağırsak dokusunda miyeloperoksidaz aktivitesi incelendi. Bulgular: Araştırma sonucunda karaciğer dokusunda 2. ve 24. saatte, ince bağırsak dokusunda tüm saatlerde, akciğer dokusunda 2., 24. ve 48. saatlerde malondialdehit düzeyleri ve akciğer dokusunda tüm saatlerde MPO düzeyleri, Grup 2’de grup 3 e göre anlamlı şekilde yüksek bulundu. Grup 2, malondialdehit düzeyleri ince bağırsak ve akciğer dokusunda 2. saatte, karaciğer dokusunda 24. saatte en yüksek düzeye ulaştı ve daha sonra azalma eğilimi gösterdi, aynı şekilde akciğer dokusu MPO düzeyinin de 2. saatte en yüksek düzeyde olduğu gözlendi. İnce bağırsak MPO düzeylerinde ise her iki grupta da 48. saatte başlangıç değerlerine göre anlamlı azalma gözlendi. Sonuç: Hepatik iskemik önkoşullamanın intestinal iskemi-reperfüzyon hasarının lokal ve sistemik etkilerine karşı koruyucu etki gösterdiği düşünülmektedir. Aim: The aim of this study was to investigate the effects of hepatic ischemic preconditioning on the intestinal ischemia/reperfusion injury. Methods: Wistar albino rats were used in this experiment and randomly assigned into three groups: (i) Group I (sham); (ii) Group II: hepatic ischemia was formed by clamping on the superior mesenteric artery for 1 hour and reperfusion for 0, 2, 24, 48 hours and then subjects were sacrificed. (iii) Group III: preconditioning ischemia was obtained by clamping on hepatic pedicules twice for 5 min. and reperfused for 10 min. Then, the clamping and reperfusion processes used in Group II were repeated. Liver, intestine and lung malondialdehyde levels, lung and small intestine myeloperoxidase activities were evaluated. Results: Experimental data revealed significantly elevated levels of malondialdehyde in liver, intestine and lung tissues in Group II compared to Group III. In addition to these results, the myeloperoxidase activity of lung tissue was increased in Group II compared to Group III. In all tissues just like lung myeloperoxidase activity, malondialdehyde levels also reached to the highest level at reperfusion period of 2 h and then a tendency to decrease was observed. The decreased malondialdehyde levels were measured in Group II and Group III after 24 h. Conclusions: It can be suggested that the hepatic ischemic preconditioning may have protective effects against intestinal ischemia/reperfusion injury Daha fazlası Daha az
Mutlu, Yeşiltepe G.R. | Vitrinel, A. | Ağzıkuru, T. | Cömert, S. | Erdağ, G.Ç. | Akın, Y.
Other | 2008 | Ege Tıp Dergisi47 ( 1 ) , pp.47 - 50
Amaç: antikonvulsanların serum tiroid hormonları, prolaktin, parathormon ve kalsiyum, fosfor ve alkalen fosfataz düzeyleri üzerine olan etkisini arastırmak Materyal - Metod: En az bir yıl süreyle antikonvulsan tedavi alan yetmis üç epileptik hasta serum tiroid hormonları, prolaktin, parathormon ve kalsiyum, fosfor ve alkalen fosfataz düzeyleri açısından değerlendirildi ve sağlıklı yirmi çocuktan olusan kontrol grubu ile karsılastırıldı. Bulgular: Çalısma grubundaki hastaların kırk dördü (%60.3) erkek, yirmi dokuzu (%39.7) ise kız idi, ortalama yas 6.983.34 yıl idi. Hastaların otuz sekizi (%52.1) valproik asit (VPA), yirmibesi (%34.2 . . .) karbamazepin (KBZ), sekizi (%11) fenobarbital, ikisi ise (%2.7) vigabatrin almaktaydı. KBZ alan hastalardan birinde (%4) serum serbest T4 düzeyi yüksek iken, VPA alan hastaların ikisinde (%5.26) serbest T4 düzeyi düsük, TSH düzeyi yüksekti. KBZ alan hastaların üçünde (%12) ve VPA alan hastaların ikisinde (%5.3) serum parathormon düzeyi yüksek bulundu. VPA alan bir hastada (%2.63) ve KBZ alan dört hastada (%16) serum prolaktin düzeyi yüksekti.Hastaların hepsinde serum kalsiyum ve fosfor düzeyleri normal sınırlardaydı. Sonuç: Çalısma grubuyla kontrol grubu serum hormon düzeyleri ve kalsiyum, fosfor ve alkalen fosfataz düzeyleri açısından karsılastırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı. Aim: To determine the effects of anticonvulsants on serum thyroid hormones,prolactin,parathyroid hormone, and calcium,phosphorus,alkaline phosphatase levels. Material - Methods: Seventy three epileptic children receiving anticonvulsants for more than one year were evaluated for serum thyroid hormones,prolactin,parathyroid hormone bone metabolism and compared with control group. Results: Fourty four patients(60.3%)were boys;29 patients(39.7%)girls.Mean age was 6.98±3.34 years.Thirty eight patients(52.1%)were receiving valproic acid,twenty five patients(34.2%)were receiving carbamazepine,eight patients(11%)were receiving phenobarbital and two patients(2.7%)were receiving vigabatrin.Serum free T4 levels were below the normal range in one patient(4%)receiving carbamazepine.Serum free T4 levels were lower and TSH levels were elevated in 2(5.26%)VPA receving patients.Serum parathyroid hormone levels were elevated in three(12%)carbamazepine receiving patients and two(5.3%)VPA receiving patients. Prolactine levels were above the normal range in one patient(2.63%) receiving VPA and four patients (16%)receiving carbamazepine.Serum calcium and phosphorus levels were normal in all control group. Conclusion: There was no significant statistical difference in serum hormone levels and bone metabolism,between study group and control grou Daha fazlası Daha az
Telatar, Berrin | Vitrinel, Ayça | Akın, Yasemin | Cömert, Serdar
Other | 2008 | Bakırköy Tıp Dergisi4 ( 4 ) , pp.144 - 147
Amaç: Bu çalışma hastanemizde doğan ve sağlam çocuk polikliniğinden izlenen bebeklerin sadece anne sütü ile beslenme sürelerini, mama ve ek gıda başlanma yaşlarını ve bunları etkileyen anneye ait özellikleri araştırmak amacıyla planlandı. Gereç ve Yöntem: 7.4.2004-20.11.2006 tarihleri arasında Sağlam Çocuk Polikliniği’nde iki yıl süre ile izlenen 100 bebek çalışmaya alındı. Prospektif olarak düzenlenen çalışmada bebeklerin sadece anne sütü ile beslenme ve ortalama emzirilme süreleri, mama ve ek gıdaya başlangıç yaşları değerlendirildi. Eğitim düzeyi, yaş ve sahip olunan çocuk sayısı gibi anneye ait özelliklerin ilk altı ay sadece an . . .ne sütü ile beslenme süresini etkileyip etkilemediği ortaya konulmaya çalışıldı. Bulgular: Anne sütüne başlama oranı %98 iken dördüncü ve altıncı aylarda sadece anne sütü ile beslenme oranları sırasıyla %63 ve %46 olarak bulundu. Sadece anne sütü ile besleme süresi 4.671.63 ay, mamaya başlama zamanı 3.71.6 ay, ek gıdaya geçiş zamanı 5.370.8 ay, ortalama emzirme süresi 12 ay olarak tespit edildi. Eğitim düzeyi, yaş ve sahip olunan çocuk sayısı açısından altı ay sadece anne sütü ile besleme ve maksimum emzirme süreleri için anneler karşılaştırıldığında eğitim ve yaş açısından anlamlı bir ilişki bulunmadı. Üç ve daha fazla çocuk sahibi olanların sadece anne sütü ile besleme ve ortalama emzirme süreleri diğer gruba oranla istatistiksel açıdan anlamlı bulundu (p0.05). Sonuçlar: Annelerin bebeklerini ilk altı ay anne sütü ile besleme ve uzun süre emzirmeleri konusunda eğitim düzeyi ve yaşın etkili olmadığı, emzirilen çocuk sayısı arttıkça emzirme yeteneğinin geliştiği görüldü. Hastanemizde ilk altı ay sadece anne sütü ile beslenme oranlarının istenilen %50 düzeyine yaklaştığı tespit edildi. Objective: This study was conducted to determine the rates of exclusive breast feeding, the age of formula and solid food introduction and the maternal factors affecting these among neonates followed up in our Well-baby Clinic. Material and Method: Hundred children who were followed up in Well-baby Clinic between 7.4.2004 to 20.11.2006 were included in this prospective study. The duration of exclusive breast feeding and the age of introduction of solid foods or formula were recorded. The influence of maternal educational level, age and parity on exclusively breast feeding in first six months was evaluated. Results: The rate of initiation of breast feding after birth was 98%, at 4th and 6th months exclusive breast feeding rate was found to be 63% and 46% respectively. The mean duration of exclusive breast feeding and the age of introduction of formula was found to be 4.67±1.63 and 3.7±1.6 months respectively. The solid foods were introduced at a mean age of 5.37±0.8 months and the average breast feeding duration was found to be 12 months. When mothers were compared for exclusive breast feeding for six months and maximum duration of breast feeding regarding maternal educational level, age and parity, there was not a statistically significant difference for education and age. The rates of exclusive breast feeding and average breast feeding duration of mothers having three or more children were found to be statistically significantly higher than the other group (p<0.05). Conclusion: We concluded that maternal age and education did not affect the duration of breast feeding and exclusive breast feeding for six months but as the parity increased the tendency for breast feeding increased. The worldwide accepted rate of exclusive breast feeding for 6 months of age, which is found to be 50% was achieved in our hospital Daha fazlası Daha az
Dinç, Umut Aslı | Altunsoy, Muhsin | Oral, Deniz | Görgün, Ebru | Yenerel, Melda | Utine, Canan Aslı | Başar, Demir
Other | 2008 | Türk Oftalmoloji Dergisi38 ( 2 ) , pp.161 - 163
Bu vaka sunumunda oftalmia nodosa tanısı konulan bir olgu tartışılmaktadır. Sol gözünde batma ve ağrı şikayetleri nedeniyle kliniğimize başvuran 25 yaşındaki kadın hastada korneada çok sayıda küçük filamantöz yabancı cisimler ve çevreleyen kornea dokusunda reaksiyon tespit edilmiştir. Görme düzeyleri her iki gözde tam olan olgunun geri kalan oftalmolojik muayenesi normal sınırlarda bulunmuştur. Biyomikroskopide ulaşılabilen yüzeyel yerleşimli yabancı cisimler çıkarılmış ve korneadaki inflamasyon topikal kortikosteroid tedavisi ile kontrol altına alınmıştır. Benzer tablo ve oküler enflamasyon varlığında oftalmia nodosa ayırıcı tanıda . . . mutlaka düşünülmeli ve gerekli tedavi süratle gerçekleştirilmelidir. We descibe a case with ophthalmia nodosa. A 25-years-old female referred our clinic with a stingy sensation and pain in the left eye. Multiple tiny filamentous corneal foreign bodies and reaction in the surrounding corneal tissues were detected. Visual acuity was 20/20 in both eyes and the remaining ophthalmological examination was unremarkable. The superficial foreign bodies were removed under biomicroscopy and corneal inflammation was treated with topical corticosteroid drops. In case of similar clinical picture and ocular inflammation, ophthalmia nodosa should be considered in differential diagnosis and should be treated promptly Daha fazlası Daha az
Küçümen, Reciha Beril | Dinç, Umut Aslı | Yenerel, Nursal Melda | Görgün, Ebru | Kulaçoğlu, Destan Nil | Utine, Canan Aslı | Başar, Demir
Other | 2008 | MN Oftalmoloji15 ( 2 ) , pp.90 - 95
Amaç: Yeni geliştirilmiş bir cihaz olan ön segment optik koherens tomografisinin (ÖSOKT) iris lezyonlarında tanı amaçlı kullanımının araştırılması. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada, çeşitli iris patolojisi bulunan 8 göze, ÖS-OKT (Visante OCT, Carl Zeiss Meditec) ile çekimler yapıldı. Olgularda tek, ikili, dörtlü ön segment, tek ve dörtlü yüksek çözünürlükte kornea taramaları gerçekleştirildi. Daha sonra, cihazın teknik olanakları kullanılarak dijital ortamda çeşitli analizler yapıldı. Bulgular: Tüm hastalarda rutin oftalmolojik muayeneyi takiben ön segmentin biyomikroskop ile fotoğrafı çekildi. ÖS-OKT çekimlerinin gerçekleştirilmesinde . . .n sonra lezyonların yatay ve dikey çapları ÖS-OKT’nin dijital pergeli kullanılarak ölçüldü ve kaydedildi; bazı olgularda lezyonun derinliği de değerlendirilebildi. İris lezyonu bulunan hastalardan dördüne köşe tümörü, ikisine iris kisti, birine nevüs,birine de Busacca nodülü ön tanısı kondu. Sonuç: Ön segment optik koherens tomografisi, iris lezyonları hakkında kalitatif ve kantita tif bilgi verebilen ve biyomikroskopi fotoğrafını tamamlayıcı yeni bir görüntüleme yöntemidir. Aim: To investigate the utilization of the anterior segment optical coherence tomography (AS-OCT) as a new device for the evaluation of iris lesions. Material and Method: In this study, AS-OCT has been performed in 8 eyes with several pathological conditions of the iris. The scan types were anterior segment single, dual, quad and high resolution cornea single and quad. The scans were analyzed digitally using the technical facilities of the machine. Results: Following routine ophthalmological examination, photodocumentation of the lesion has been made in all patients. After performing the AS-OCT, the horizontal and vertical diameters of the lesions have been measured and recorded using the digital protractor of the software; in some cases the depth of the lesion could also be measured. The prediagnose of iridocorneal angle tumor in four patients, iris cyst in two patients, iris naevus in one patient and Busacca nodules in one patient have been made. Conclusion: The anterior segment optical coherence tomography is a new imaging technique which provides qualitative and quantitative information of iris lesions and complements slit–lamp photography Daha fazlası Daha az
Ayata, Ali | Tatlıpınar, Sinan | Ünal, Melih | Erşanlı, Dilaver
Other | 2008 | MN Oftalmoloji15 ( 2 ) , pp.96 - 100
Amaç: Kızılötesi fundus otofloresansı (K-AF), gözdibi görüntülenmesinde yeni bir teknik olup ve retina pigment epitelindeki (RPE) ve kısmen de koroiddeki melaninden kaynaklanmaktadır. Bu çalışmada farklı fundus patolojilerinin K-AF görüntülerinin sunulması amaçlanmaktadır. Gereç ve Yöntem: K-AF görüntüleri için bir konfokal tarayıcı lazer oftalmoskop (HRA2, Heidelberg Retina Angiograph 2) kullanıldı. Fundus otofloresans görüntü kalitesini artırmak için 32 adet görüntünün ortalaması alınarak yüksek kontrastlı tek görüntü elde edildi. Tüm olgulara pupiller dilatasyon uygulandı ve cihazın kızılötesi modunda fundus net bir şekilde odakl . . .andıktan sonra indosiyanin yeşili anjiyografi modunda boya verilmeksizin fundustan yansıyan floresans görüntüleri kaydedildi. Coğrafik atrofi ve koroidal neovasküler memranla seyreden yaşa-bağlı makula dejenerasyonu, santral seröz koriyoretinopati (SSKR), idiyopatik maküla deliği, koriyoretinit ve diabetik retinopati gibi farklı fundus patolojileri olan olguların K-AF görüntüleri kaydedildi. Bulgular: Normal bir gözden elde edilen K-AF görüntüsünde optik disk ve retina damarlarında otofloresans olmadığı görülmektedir. Geri kalan alanlarda RPE’deki melanin nedeniyle maküler bölgede daha belirgin olmak üzere otofloresans izlenmektedir. Floresein anjiyografideki terminolojiye benzer şekilde K-AF ’da da hipo ve hiperotofloresans terimleri kullanılmaktadır. Gözdibi patolojisi olan tüm olgularda lezyonun karakteristiği ile uyumlu tipik K-AF görüntüleri tespit edildi. Sonuç: K-AF ile tek katlı RPE tabakasının noninvaziv olarak görüntülenmesi mümkün olabilmektedir. Bu teknikle standart fotoğraflar ve floresein anjiyografiden farklı gözdibi görüntülerinin elde edilmesi sağlanabilmektedir. K-AF, gözdibi hastalıklarında tanı ve takipte faydalı olabilecek bir tekniktir. Aim: Near infrared fundus autofluorescence (NIR-FAF) is a new technique of retinal imaging and is believed to derive from melanin in choroid and retinal pigment epithelium. The aim of the current study is to present the NIR-FAF images of different fundus pathologies. Material and Methods: A scanning laser ophthalmoscope (HRA2, Heidelberg Retina Angiograph 2) was used for NIR-AF imaging. Following pupillary dilatation, a clear focus of the retina was obtained in the infrared mode of the device, and then NIR-AF images were recorded at angiography mode without dye injection. Subjects with different fundus diseases (age-related macular degeneration with geographic atrophy or choroidal neovascular membrane, central serous chorioretinopathy, macular hole, chorioretinitis and diabetic retinopathy) were included. Results: In the NIR-AF images from a normal subject, autofluorescence was absent over the optic disc and the retinal vessels. Rest of the fundus displays autofluorescence owing to the presence of lipofuscin in RPE. Similar to the terminology in fluorescein angiography, hypo and hyperautofluorescence terms are used in NIR-AF. Typical NIR-AF images were obtained from the subjects with fundus abnormalities. Conclusion: NIR-AF allows noninvasive imaging of the single-layered RPE. This technique provides images different than standart fundus photographs and fluorescein angiography. NIR-AF may be useful in diagnosis and follow-up of ocular fundus pathologies Daha fazlası Daha az