Filtreler
Filtreler
Bulunan: 42 Adet 0.002 sn
Koleksiyon [5]
Tam Metin [1]
Yazar [20]
Yayın Türü [1]
Konu Başlıkları [16]
Yayın Tarihi [1]
Dergi Adı [20]
Yayıncı [1]
Dil [2]
Yazar Departmanı [1]
Pediatrik bipolar bozuklukta klinik ve fenomenolojik özellikler

Coşkun, Murat | Zoroğlu, Süleyman Salih | Öztürk, Mücahit

Other | 2010 | Anadolu Psikiyatri Dergisi11 ( 1 ) , pp.60 - 67

Bipolar bozukluğu olan erişkinlerle yapılan geriye dönük çalışmalar olguların %60’ında duygudurum belirtilerinin 20 yaşından ve %10-20’sinde 10 yaşından önce ortaya çıktığını göstermektedir. Bu durum psikiyatrik bozukluklar-da erken tanı ve müdahalenin giderek önem kazandığı günümüzde, çocukluk ve ergenlik çağı başlangıçlı bipolar bozukluğa olan ilgiyi daha da artırmaktadır. Günümüzde çocukluk ve ergenlik çağı başlangıçlı bipolar bozukluğun varlığıyla ilgili bir kuşku olmasa da, hastalıkla ilgili değişik konularda henüz bir görüş birliğine varılmış değildir. Erişkin bipolar bozukluğundan farklılıklar gösteren ve tartışmaların sürdüğ . . .ü konuların başında bipolar bozukluğun çocuk ve ergenlerdeki klinik özellikleri gelmektedir. Bu yazıda pediatrik bipolar bozukluğun klinik ve fenomenolojik özellikleri mevcut literatür ışığında gözden geçirilmektedir. PubMed ‘juvenile/pediatric bipolar disorder’, ‘bipolar disorder children/adolescents’ anahtar sözcükleri kullanılarak taranmış ve ilgili makalelerin tam metin veya özet-lerinden faydalanılmıştır. Başta Lewis’s Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Temel Kitabı’nın dördüncü baskısı olmak üzere basılı kaynaklardan da yararlanılmıştır. Retrospective studies in adults with bipolar disorder have reported that as many as 60% experienced the onset of their bipolar disorder before 20 years of age, and 10-20% reported the onset before 10 years of age. These findings make childhood and adolescence onset bipolar disorder more relevant as early recognition and intervention in psychiatric disorders have been increasingly important. Today, despite there is no doubt on the existance of pediatric bipolar disorder, there remains significant controversy about clinical and phenomenological features of disorder in children and adolescents. This review article aims to present and discuss clinical and phenomenological features of pediatric bipolar disorder in the light of current literature. We performed a search on Pubmed using keywords ‘juvenile/pediatric bipolar disorder’, ‘bipolar disorder children/adolescents’ and reviewed fulltext or abstracts of relevant articles. We also benefited from print books particularly the fourth edition of Lewis’s Textbook of Child and Adolescent Psychiatry Daha fazlası Daha az

Kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık bağlamında seçim kotası

Efendioğlu, Şafak

Other | 2010 | Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi7 ( 1 ) , pp.285 - 308

Kadın- erkek eşitsizliği toplumun her alanına yansıdığı gibi siyasette de kadın temsilindeki eşitsizlik hala küresel bir sorundur. Dünya genelindeki bu soruna yönelik olarak sosyal ve siyasal çalışmalara rağmen kadın temsil oranı hala yüzde yirmiyi bulamamıştır. Bu makalenin amacı kadınların siyasetteki varlığını artırmaya ve fırsat eşitliğini sağlamaya yönelik olarak geliştirilen pozitif ayrımcılık seçeneklerinden seçim kotası uygulamalarını analiz edebilmektir. Dünya genelinde kota uygulamaları sayesinde kadın temsili oranında belirli bir artışın Bağlanabilmesine rağmen Türkiye'de kota düzenlemelerinin gerçekçi bir siyasi sistemle . . . uygulamaya konulmadığı görülmekte ve kadının konumu sadece siyasi temsil açısından değil diğer toplumsal verilerde de düşüş göstermektedir. Makale de Türkiye'de kadın temsili konusundaki eksiklik, güncel verilerle örneklendirilerek eleştirel analizi yapılmıştır ve ülkemizde kota uygulamalarının devlet politikalarına yansıtılması, yasal olarak güvence altına almması genel talebi ile makale sonlanmaktadır. Gender inequality reflects in all areas of society such as women's political representation is still a global problem. Despite social and political efforts worldwide to address this problem, women's representation rate still could not reach to twenty percent. The purpose of this article is to analyze the quota selection, that is, practice of positive discrimination options, which increase the presence of women in politics and ensures equal opportunity. In-spite of the increase in a particular rate of female representation by quota regulations around the world, it is seen that the quota regulations do not apply in Turkey since it has not been practiced with a realistic political system and the position of women has not only decreased in terms of political representation but also decreased in the other social data. In this article, I made a critical analysis of cmrent data about the lack of women's representation in Turkey and it concludes by general demand of quota implementations that reflects in the policies of the state Daha fazlası Daha az

Amerikan antitröst yasalarının öezel hukuk ilişkilerine tatbiki sonucu ortaya çıkan 'Treble damages' kararlarının Avrupa ve Türkiye'de tenzifi sorunu

Turhan, Ozan

Other | 2010 | Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi7 ( 1 ) , pp.91 - 113

http://www.trdizin.gov.tr/publication/paper/detail/TVRFMk16TXdNQT09 https://hdl.handle.net/20.500.11831/4600

Avrupa birliği direktifleri doğrultusunda Türkiye'de çevresel bilgiye erişim hakkı

Güney, Necla

Other | 2010 | Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi7 ( 2 ) , pp.79 - 106

Bu tebliğ metninde, Avrupa Birliği Direktifleri doğrultusunda düzenlenen Türkiye'de çevresel bilgiye erişim hakkı aııa hatları ile ele alınarak incelenmiştir. Bu bağlamda Aarlıus Sözleşmesi'nin çevresel bilgilere erişim, çevre ile ilgili kararlara halicin katılımı ve çevre ile ilgili meselelerde yargıya başvuru konularındaki hükümleri de irdelenip, Türk hukukunda yer alan düzenlemelerin bu hükümlerle ne ölçüde benzerlik gösterdiği de ortaya konmuştur. In this paper, environmental information rights in Turkey which have been generated by EU directives, are generally discussed. In this context, provisions of Aarhus Convention about ac . . .cess to environmental information, public participation in decisions about environmental issues, access to justice in environmental matters are considered Daha fazlası Daha az

Investigating the relationship between organizational identification and work engagement and the role of supervisor support

Ötken, Ayşe Begüm | Erben, Gül Selin

Other | 2010 | Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi12 ( 2 ) , pp.93 - 118

Çalışanların organizasyonları ile duygusal vt? bilişsel bir bağ hissederek psikolojik bir köprü kurmaları, kendilerini çalıştıkları şirketin bir parçası görerek şirketle özdeşleştirmeleri, son yıllarda araştırmacıların ilgisini çeken bir konu olmuştur. Bunun en temel nedeni, çalışanların kendilerini organizasyonları ile özdeşleştirmelerinin gerek çalışan gerekse organizasyon açısından olumlu sonuçlar doğurmasıdır. Orgii(sel özdeşleşme, bireylerin kendilerini sosyal bir grup ya da kategori içinde tanımlamaları ve anlamlandırmaları sonucu yaşanan bir durumdur. Bireyler, kişisel değer, inanç ve norm larıyla uyum içerisinde olan organiz . . .asyonlarda çalışmayı tercih etmektedirler. Örgütsel davranış, iş psikolojisi ve endüstri sosyolojisi gibi alanlarda gerçekleştirilen araştırmalarda örgütsel özdeşlemenin, iş memnuniyeti, örgütsel vatandaşlık davranışı, işten ayrılma niyeti gibi tutum ve davranışlarla olan ilişkisine odaklanılırken, çalışanın işiyle bütünleşmesi üzerindeki etkisine değinihnemiştir. Son yıllarda pozitif psikolojiye olan ilginin artmasıyla beraber çalışanın işiyle bütünleşmesi (işine angaje olması) hem araştırmacılar hem de yöneticiler tarafından üzerinde önemle durulan bir konu haline gelmiştir. Çalışanın işiyle bütünleşmesi pozitif tatmin edici ve zihnin işle ilgili bir durumudur, işiyle bütünleşmiş çalışan işini yaparken yüksek seviyede bir enerji hisseder, yaptığı işte bir anlam bulur ve etrafındaki her şeyi unutacak kadar kendini işine verir. İşiyle bütünleşmiş çalışanlar işinden daha fazla tatmin duyar. Kişinin işiyle bütünleşmesini sağlayan bireysel ve işle ilgili faktörlerin yanı sıra çalışanın örgütüne yönelik duygu, inanç ve tutumları gibi faktörler de yer almaktadır. Örgütsel özdeşleme de bu etmenler arasında çalışanın kurumuna yönelik tutum, inanç ve duygu durumunu gösteren bir olgudur. Çalışan, örgütüyle özdeşleştiği yani birçok akında uyum içinde olduğu oranda yaptığı işle de bütünleşmektedir. Örgütsel özdeşleşme çalışan ile Örgüt arasındaki duygusal ve bilişsel bir bağ durumu olduğundan ve çalışanın kendini çalıştığı örgüt üzerinden tanımlaması durumunu ifade ettiğinden, bu bağ ve tanımlamanın kişinin işine yönelik duygu, tutum ve davranışlarını da etkilemesi beklenebilmektedir. Örgütsel özdeşleşme, örgüt amaç ve hedeflerine bağlılığı ve da çalışanın yaptığı işe bağlılığını yani işiyle bütünleşme durumunu etkilemektedir. Kişilerin çalıştıkları yer ile özdeşleşmelerinin, performansları üzerinde olumlu katkıları olmaktadır. Bunun bir nedeni, örgütsel özdeşleşmenin çalışanın işiyle biiıiiıı/eşmesini sağlamasıdır. Örgütsel özdeşleşme ile çalışanın işiyle bütünleşmesi arasındaki ilişkiyi irdelemek, bir kurumsal bir de işle ilgili iki farklı durumun etkileşimini görmek açısından önemlidir. Bireylerin işlerine yönelik duygu, düşünce ve tutumlarının oluşumunda, örgüt unsurunun yeri ve önemini görmek açısından örgütsel özdeşleşme ve işe bağlılık ilişkisinin irdelenmesi faydalı olacaktır. Bu nedenle, bu çalışmanın amacı örgütsel özdeşleşme ve çalışanın işle bütünleşmesi arasındaki ilişkiyi incelemektir. Bu ilişki incelenirken çalışanın amirinden alabileceği desteğin rolü de araştırmaya dâhil edilmiştir. Gerek organizasyondan gerekse amirden ahinin sosyal desteğin çalışanların davranışları ve tutumları üzerinde önemli etkileri söz konusudur. Araştırmada, organizasyon yerine amirden alınan desteğin kullanılmasının sebeplerinden biri çalışanların şirket içerisinde sıklıkla amirleriyle etkileşim içerisinde olması ve çalışanla amiri arasındaki ilişkinin niteliğinin yüksek olması durumunda çalışanın da daha yüksek petforınaııs ve benzeri olumlu davranışlarla karşılık vermesidir. Bununla birlikte, çalışan amirini organizasyonun bir temsilcisi olarak görmekte ve çalışanın organizasyonla ilgili algısının oluşumunda amir önemli bir paya sahip olmaktadır. Bu nedenle, çalışanın amirinden aldığı desteğin çalışanın örgütsel bütünleşmesi ve işiyle özdeşleşmesi arasında önemli bir role sahip olacağı düşünülmektedir. Araştırmaya İstanbul 'da özel sektörde görev yapan 212 beyaz yakalı çalışan katılmıştır ve kolayda örn eklem kullanılmıştır. Veriler anket yöntemiyle toplanmıştır. Araştırma sonuçları çalışanın organizasyonuyla bütünleşmesi ve işiyle özdeşleşmesi arasında anlamlı bir ilişkinin olduğunu göstermiştir. Buncı göre, çalışan şirketiyle kendini özdeşleştirdikçe işiyle de daha fazla bütünleşmektedir. Amirden alınan desteğin bu ilişkide şartlı değişken rolüne sahip olduğu da ortaya konulmuştur. Yöneticiler bu araştırma sonuçlarına dayanarak çalışanların organizasyon/arıyla özdeşleşmelerini sağlayacak insan kaynaklan politika ve uygulamalarını hayata geçirmelidirler. Organizasyon için pozitif bir imaj yaratacak ve çalışanların kurum kimliğini güçlendirecek programlarla örgütsel Özdeşleşmeyi de sağlamalıdırlar. Bunu sağladıklarında çalışan lamı işlerine karşı olaıı duygusal motivasyonlarım arttıracaklar ve işleriyle bütünleşmelerini sağlayacaklardır. Bununla birlikte, amirin çalışanlarına sağlayacağı desteğin önemi de göz ardı edilmemelidir. Amirler ya da yöneticiler çalışanlarına geribildirim verdiklerinde, onları önemsediklerini ve değer verdiklerini hissettirdiklerinde ve manevi destek sağladıklarında çalışanların şirket ıçın de faydalı olabilecek olumlu davranışlar ve tutumlar sergilemelerini teşvik ettiklerini unutmamalıdırlar. Although organizational identification has gained a reasonable attention and researchers investigated the relation of organizational identification with various outcomes, there is no study that investigates its possible relationship with work engagement. The purpose of the study is to investigate the relationship between organizational identification and work engagement. Social support in the organizational context has a positive influence on several attitudes and behaviors of employees. Especially, when employees receive a support from a key actor in the workplace, they reciprocate through positive outcomes. PVith this in mind, supen'isor support is examined whether it moderates the relationship between organizational identification and work engagement. Questionnaire was used as a data collection method and sample consisted of 212 employees working in private sector in Istanbul, Turkey. Results showed thai employees who identify with their organization have high levels of work engagement. Support received from supen'isor is found to have a moderating role in this relationship Daha fazlası Daha az

Kronik karaciğer hastalığı olan çocukluklarda doğal antikoagülan düzeyleri

Gülcan, E. Mahir | Kutlu, Tufan | Erkan, Tülay | Çokuğraş, Figen Çullu

Other | 2010 | Türk Pediatri Arşivi45 ( 3 ) , pp.238 - 241

Amaç: Bu çalışmanın amacı, kronik karaciğer hastalığı olan çocuklarda doğal antikoagülan düzeylerini araştırmak, karaciğer hastalığının derecesinin saptanmasında bir gösterge olarak kullanılabilirliğini belirlemekdir. Gereç ve Yöntem: Hepatit B’ye bağlı kronik hastalığı olan 44 çocuk (26 kronik hepatit, 18 siroz) ile 20 sağlıklı kontrolün protein C, protein S ve antitrombin seviyeleri, sırası ile otomatik fonksiyonel pıhtılaşma yöntemi, otomatik fonksiyonel yöntem ve kromojenik yöntem ile ölçüldü. Bulgular: Sirozlu grubun protein C değerleri kronik hepatitli olgularınki ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı derecede . . .düşük bulundu. Bu iki grup arasında protein S ve antitrombin düzeylerinde anlamlı bir fark yoktu. Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında kronik karaciğer hastalarında her üç doğal antikoagülan düzeyi anlamlı derecede düşük saptandı. Çıkarımlar: Kronik karaciğer hastalığı olan çocuklarda doğal antikoagülanlarda azalma yaygındır ve protein C seviyeleri hepatoselüler hasarın bir göstergesi olarak kulanılabilir. Aim: The aim of this study was to evaluate the serum levels of natural anticoagulants and their possible role as a marker in determining the severity of liver disease. Material and Method: Protein C, protein S and antithrombin levels were measured in 44 children with hepatit B-related chronic liver disease (26 chronic hepatitis, 18 cirrhosis) and in 20 healty controls using an automated functional clotting assay, automated functional assay and chromogenic assay, respectively. Results: In comparison with chronic hepatitis patients, cirrhotics had significantly decreased protein C levels. There was no significant difference in protein S and antitrombin levels between these two groups. All anticoagulants were significantly reduced in chronic liver patients in comparison to the control group. Conclusions: In children with chronic liver disease, reduction of natural anticoagulants is common, and protein C levels may used as a marker of hepatocellular damage Daha fazlası Daha az

A sexually transmitted disease: History of AIDS through philately

Vatanoğlu, | Ataman, Ahmet Doğan

Other | 2010 | Journal of the Turkish-German Gynecological Association11 ( 1 ) , pp.192 - 196

Geçtiğimiz yüzyıl ortaya çıkan yeni hastalıklardan birisi AIDS’tir. Kısa sürede çağımızın en tehlikeli hastalığı haline gelen AIDS, ilk kez 1981’de ABD’de kaposi sarkoma (kemik, kıkırdak, deri ve lifli dokularda tutunan bir kanser türü) adlı bir hastalığın olağandışı artışı sonucunda tespit edildi. “Edinilmiş bağışıklık yetersizliği sendromu” sözcüklerinin İngilizce baş harflerinden oluşan AIDS, birkaç yıl içinde dünyanın dört bir köşesine yayılarak ölümcül bir salgın boyutuna ulaştı. BM’nin geçen yıl yayınladığı rapora göre, dünyada 40 milyona yakın insan AIDS’in pençesinde boğuşuyor. Bu yeni hastalığın farkına varılmasından dört y . . .ıl sonra, hastalığa sebep olan ve cinsel ilişkiyle, kan yoluyla ve anneden bebeğe geçerek insandan insana bulaşan HIV virüsü tanımlandı. Bu yazıda, tematik filateli yoluyla HIV virüsünün keşfinin öyküsü anlatılamaktadır. (J Turkish-German Gynecol Assoc 2011; 12: 192-6) AIDS has become the new plague; a disease that is not only physically and psychologically debilitating, but culturally and socially devastating as well. Like the plague, AIDS has caused fear, prejudice and even panic in society. Although there are remarkable improvements in the diagnosis and treatment of the disease, AIDS continues its grim passage around the globe. After a slight downturn in the early 1990’s, it then returned with a vengeance. By the end of the 20th century, AIDS was reliably estimated to have caused over 20 million deaths throughout the world. At the same time, 40 million people were estimated to be HIV positive. This paper provides an overview of the history of AIDS, including the discovery and its progress in the world through philately. Philately is the study of stamps and postal history and other related items. Philately involves more than just stamp collecting, it contains the study of the design and educational impact of a philatelic material. We have presented AIDS stamps produced world-wide to emphasize the history of AIDS. (J Turkish-German Gynecol Assoc 2011; 12: 192-6 Daha fazlası Daha az

Yapı ürünlerinde teknolojik yeniliklerin benimsenmesinde bilgi edinme süreci için model önerisi

Ercoşkun, Pelin Karaçar | Avlar, Erkan

Other | 2010 | Megaron5 ( 1 ) , pp.33 - 42

Yapı teknolojisinde yeniliklerin benimsenmesi, ürünlerin geliş- tirilmesinde ve yapı üretiminde önemlidir. Teknolojik yenilikler ile ortaya çıkan yapı ürünlerinin benimsenmesinde kullanılan sezgisel, sınama ve yanılmaya dayalı yaklaşımlarda tek bir nok- taya odaklanılması, yeni ürünlerin seçiminde doğru belirleme yapma olanağını azaltmaktadır. Yeniliklerin benimsenmesin- de ilk önemli süreç, bilgi edinme sürecidir. Yeniliklerin benim- senmesinde yer alan bilgi edinme sürecinde eksikliklerin oluş- ması durumunda doğru bilgiye ulaşmak oldukça zordur. Doğ- ru bilgi ile tasarım ve uygulama süreçlerine başlanmaması du- rumunda, malzemele . . .rin yanlış seçimi ile birlikte projeyi eko- nomik açıdan olumsuz etkileyen malzeme, zaman ve işçilik ka- yıpları oluşabilmektedir. Ayrıca, bu ortamda yapının perfor- mans koşulları etkilenmekte, buna bağlı olarak yapının hizmet ömrü kısalmakta, çevre ile olan etkileşimi zarar görmekte ve bunun sonucunda kullanıcılar açısından olumsuz sonuçlar do- ğuran koşullar ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle bilgi edinme sü- reci, yapı ürünlerinde teknolojik yeniliklerin benimsenmesin- de ilk önemli süreç olarak ele alınmalıdır. Aynı zamanda, siste- matik olarak doğru bilgiye ulaşmak için bilgi edinme sürecinde yer alan aşamaların doğru şekilde kurgulanması gerekmekte- dir. IDEF0 süreç modelleme tekniği kullanılarak geliştirilen mo- del, iletişim, ağ oluşturma, bilginin değerlendirilmesi ve bilgi ölçeğinin belirlenmesi aşamalarından oluşmaktadır. Geliştiri- len model ile, yapı ürünlerinin geliştirilmesi sürecinde yenilikçi yaklaşımlar için doğru bilgi setinden faydalanmasın sağlamaya yönelik sistematik bir öneri ortaya konmuştur. The adoption of innovation in construction technology is impor- tant for product development and for the construction of build- ings. Making use of technologically innovative construction products by focusing on a single point based on a heuristic, trial and error method reduces the possibility of making an accurate determination of the value of these innovations. Obtaining ac- curate information is difficult if deficiencies occur during infor- mation capture. These deficiencies may lead to the selection of unsuitable materials and can cause delays, loss of workers and material thus affecting economic strength. These incidents may be relevant to design, construction or problems in the informa- tion capture processes. The performance of the building is also affected and accordingly the building’s service life is shortened. The interaction of the building with the environment becomes un- healthy with building users experiencing negative effects. There- fore, the information process should be considered the first vital step in the adoption of technological innovations in construction products. Consequently, the logic behind the information capture process should be systematic and concrete, and phases correctly built in order to systematically obtain accurate and pertinent information. The developed model consists of Communication, Networking, Information Assessment and Determination of Scale of the information phases. The IDEF0 modeling technique was used in the formation of these stages. A systematic approach has been established for the development of construction and build- ing products which enables users to obtain the right information while allowing innovation throughout all phases of the process Daha fazlası Daha az

Central retinal function assessment using microperimetry in patients with idiopathic epiretinal membrane

Görgün, Ebru | Yenerel, Nursal Melda | Dinç, Umut Aslı | Tatlıpınar, Sinan | Küçümen, Raciha Beril | Kulaçoğlu, Destan Nil | Çiftçi, Ferda

Other | 2010 | Retina-Vitreus18 ( 4 ) , pp.263 - 268

Amaç: Bu çalışmada epiretinal membranı (ERM) bulunan hastaların değerlendirilmesinde mikroperimetrenin potansiyel rolünü araştırmak için görme keskinliği, optik koherens tomografi (OKT) ve mikroperimetre ölçümleri arasındaki ilişki incelenmiştir. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 27 ERM’li hastanın 34 gözü dahil edildi. Görme keskinliğine ilave olarak, tüm olguların OKT ve mikroperimetri incelemeleri yapıldı. Bulgular: En iyi düzeltilmiş LogMAR görme keskinliği değerlerinin santral makula kalınlığı ile pozitif korelasyon göstermesi görme keskinliği ve makula kalınlığı arasındaki ters bağıntıyı belirtmekteydi (r0.564, p0.001). LogMAR görme . . .keskinliği ve santral makula hassasiyeti arasında zayıf korelasyon bulundu (r-0.473, p0.005). Retina kalınlığı ve santral foveadaki retina hassasiyeti arasında ters korelasyon mevcuttu (r-0.755, p0.001). Sonuç: Retina hassasiyetinin fundus mikroperimetresi ile değerlendirilmesi hızlı, güvenilir ve invaziv olmayan bir tanısal yöntem olup ERM’li olguların santral makula fonksiyonlarındaki değişikliklerin tespitinde tamamlayıcı olarak kullanılabilir. Purpose: To examine the relations between visual acuity, optical coherence tomography, and microperimetry measurements in an attempt to explore the potential role of microperimetry in the evaluation of patients with ERM. Materials and Methods: Thirty-four eyes of 27 ERM patients were included. In addition to visual acuity measurements, all patients underwent OCT and microperimetry examinations. Results: LogMAR best corrected visual acuity values were positively correlated with central macular thickness (r0.564, p0.001), indicating an inverse relation between visual acuity and macular thickness. A weak correlation was found between LogMAR visual acuity and central mean sensitivity (r-0.473, p0.005). Retinal thickness was inversely correlated with retinal sensitivity in the central fovea (r-0.755, p<0.001). Conclusions: Assessment of retinal sensitivity with fundus microperimetry is a rapid, safe, non-invasive diagnostic procedure that might be utilized as a complementary tool to assess changes in central macular function in patients with ERM Daha fazlası Daha az

Dondurma işlemi öncesi sperm hazırlanmasının çözme sonrası akım sitometrisi parametreleri üzerine etkileri

Tuğ, Niyazi | Çam, Çetin | Gaçar, Gülçin | Akçin, Oya | Karaöz, Erdal | Fıçıcıoğlu, Cem | Karateke, Ateş

Other | 2010 | Fırat Üniversitesi Sağlık Bilimleri Tıp Dergisi24 ( 1 ) , pp.41 - 43

Dondurma-çözme işlemi öncesi gradient yöntemiyle sperm hazırlanmasının işlem sonrası akım sitometrisi parametrelerine etkilerinin incelenmesi. 12 sağlıklı denekten alınan ejekülatlar dansite gradient yöntemiyle yıkanmış ve ham olmak üzere iki kısım halinde usulüne uygun olarak donduruldu. Çözülme sonrası örnekler akım sitometrisiyle değerlendirildi. Veriler paired t test ile değerlendirildi. Akım sitometrisi sonuçlarına göre dondurulmadan önce yıkanmış ve yıkanmamış örneklerin ölü hücre oranları arasında önemli fark saptanmadı (n12, t-2.012, p0.072). Dondurulmadan önce yıkanmış örneklerde diğer gruba kıyasla canlı hücre oranı daha y . . .üksek (t3.744, p0.004), apoptotik hücre oranı ise daha düşük (t-3.860, p0.003) olarak izlendi. Sağlıklı örneklerde dondurma öncesi gradient yöntemiyle sperm hazırlanmasının çözme sonrası sperm parametrelerini olumlu etkilediği tespit edilmiştir. Bu yöntemin özellikle sperm konsantrasyonu düşük infertil hastalarda hem oksidatif stresi arttıran etkenlerden temizlenmesi hem de konsantrasyonun arttırılması sayesinde daha etkili olacaktır. Sağlıklı örneklerde ise daha kolay ve ucuz bir yöntem olan yıkamasız dondurma tekniği tercih edilebilir. Introduction: Effects of prior sperm preperation methods on frozen-thawed sperm samples was aimed to be compared by flow cytometry. Ejeculates obtained from twelve healthy volunteers which were divided into two: either washed by density gradient centrifuge method or frozen as raw samples. After thawing at room temperature, samples were double washed and analysed by flow cytometry. Percentage of live, apoptotic and death cells were recorded and compared by paired t test. No significant difference was found between death cell rates of the pre-freezing prepared and unprepared samples on flow cytometry (n12, t-2.012, p0.072). Percentages of live cells was higher (t3.744, p0.004) and apoptotic cells was lower (t-3.860, p0.003) in the pre-freezing prepered samples compared to raw frozen samples. It was concluded that, sperm preperation by density gradient method prior to freze-thaw procedure improved the parameters of sperm samples. This method would be especially effective in oligospermic patients by increasing the concentration of healthy sperm cells and inorder to get rid of the agents that increase the oxidative stres. However, in healthy male, freezing of the raw sperm samples could be choosen as an easier and cheaper method Daha fazlası Daha az

Üç farklı ortodontik yapıştırıcının yapışma kuvvetlerinin karşılaştırılması

Öztoprak, Oğuz | Trakyalı, Göksu | Germen-Çakan, Derya | Nalbantgil, Didem | Arun, Tülin

Other | 2010 | Türk Ortodonti Dergisi23 ( 2 ) , pp.115 - 122

Amaç: Bu çalışmanın amacı üç farklı ortodontik adeziv sistemin yapışma kuvvetlerinin ve kırılma tiplerinin değerlendirilmesi ve karşılaştın (maşıdır. Gereçler ve Yöntem: Altmış adet alt kesici sığır elişi rastgele üç eşit gruba dağıtılmıştır. Tüm dişlere % 37'îik fosforik asit '15 saniye süre ile uygulanmış, su ile temizlenip kurutulmuştur. Hazırlanan diş yüzeylerine üç farklı yapıştırıcı (Eagle Bond, Trans-bond XT ve Resinomer/OS) ile mandibular keser braketleri uygulanmış ve görünür ışık ile polimerize edilmiştir. Braket uygulanmış örnekler sıcaklık değişim banyosu işlemine tabi tutulmuştur, Koparma kuvvetleri universal test makin . . .esi ile uygulanmıştır. Megapaskal olarak kaydedilen veriler tanımlayıcı istatistiksel analizler, tek yönlü varyans analizi ve post Hoc Tukey çoklu karşılaştırma testleri ile değerlendirilmiştir. Yapıştırıcıların kopma yüzeyi Artık Adeziv Endeksi [Adhesive Remnant Index (ARI)] kullanılarak sınıflandırılmıştır. Bulgular: Resino-mer/OS adeziv sistemin bağlanma kuvveti, Eagle Bond ve Transbond XT adeziv s istemlerin kinden istatistiksel olarak daha yüksek olarak bulunmuştur. Üç grup ARI skorları açışından karşılaştırıldığında gruplar arasında anlamlı farklılıklar görülmüştür. Resinomer/OS grubunda, kopma daha çok adeziv-mine yüzeyinde meydana gelirken, Transbond XT ve Eagle Bond gruplarında kopma alanı afezi-vin içinde oluşmuştu. Sonuç: Resino-mer/OS-ı- grubu diğer gruplar ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak daha yüksek bağlanma kuvveti göstermiştir. Bununla birlikte kopma sırasında mine kırıkları gözlenmiştir. Bu nedenle ortodontik amaçlı klinik kullanımında dikkatli olunmalıdır. (Türk Ortodonti Dergisi 2010;23:715-122) Aim: The purpose of this study was to evaluate and compare the shear bond strengths (SBS) and fracture mode ofthre-e different orthodontic adhesive systems. Materials and Methods: Sixty bovine permanent mandibular incisor teeth were randomly divided into three groups of 20. All teeth were etched with 37 per cent phosphoric acid for 15 seconds, rinsed and air dried. Mandibular incisor brackets were bonded to the prepared enamel using three different adhesives (Eagle Bond, Transbond XT, and Resino-mer/OS) and light cured. Bonded samples were thermocycled. Shear forces were applied to samples with a testing machine. Data obtained in megapascals were analyzed with descriptive statistics and with A NOVA and post Hoc Tukey multiple comparison test The adhesive fracture site was classified with the Adhesive Remnant Index iARI). Results: SBS of Re-sinomer/OS was found to be statistically significantly greater than Eagle Bond and Transbond XT. The comparisons of the ARI scores between the three groups indicated that bracket failure mode was significantly different among groups (P<0.001). Bond failure occurred mostly at the adhesive-enamel interface for Resi-nomer/OS, whereas in Eaşle Bond and Transbond XT the failure site was within the adhesive. Conclusion: Resino-mer/OS exhibited a significantly higher SBS compared to the other two products; however enamel fractures were observed during debonding. Therefore, clinicians should be careful when removing bonded brackets with this adhesive. (Turkish J Orthod 2010;23:115-122 Daha fazlası Daha az

Comparison of computerized spiral tomography with ultrasonography for detection of ureteral calculi

Aktaş, Can | Yencilek, Esin | Ay, Didem | Akçi, Baki | Sarıkaya, Sezgin | Özalp, Uğur

Other | 2010 | Türkiye Acil Tıp Dergisi10 ( 1 ) , pp.12 - 14

Amaç: Acil servise yan ağrısı ile başvuran hastalarda spiral bilgisayarlı tomografi (BT) ile ultrasonografinin (USG) üreter taşını göstermedeki tanısal kesinliğini karşılaştırmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Dört aylık süre içerisinde acil servise tek ya da iki taraflı yan ağrısı ile başvuran ve renal kolik olduğu şüphelenilen hastalar çalışmaya alındı. Tüm hastalar hidrasyon ile mesane doluluğu sağlandıktan sonra ultrasonografi ve kontrastsız bilgisayarlı tomografi kullanılarak iki bağımsız radyolog tarafından değerlendirildiler. Bulgular: Yan ağrılı 76 hastada, BT 48 üreter taşlı hastanın 47’sini (%97.9), USG ise 34’ünü (%70.8) te . . .spit etti. BT, USG’nin tespit edemediği 14 üreter taşını ve 7 böbrek taşını tespit etmiştir. Bilgisayarlı tomografi ve USG’nin üreter taşını tespit etmede orta düzeyde uyumlu olduğu (kapa0.62, p0.001) belirledik. Her iki görüntüleme yönteminin böbrek taşlarını tespit etmedeki tanısal performansları göz önüne alındığında kapa değerini 0.065 (p0.001) olarak belirledik. Sonuç: Bilgisayarlı tomografi acil servise yan ağrısı ile başvuran hastalardaki üriner sistem taşlarını tespit etmede USG’den daha kullanışlıdır. Bununla birlikte, yatak başı kullanılan ve invazif olmayan USG, acil servislerde üriner taşların tespitinde ilk seçenek olarak kullanılabilir. Bilgisayarlı tomografi, ultrason sonucu negatif gelen hastalar için kullanışlı olabilir. Objectives: We aimed to compare accuracy levels of ultrasonography and spiral computerized tomography for detection of the ureteral calculi in patients admitted to the emergency department with flank pain. Methods: The patients presented with either unilateral or bilateral flank pain to the emergency department over a four-month period and who were suspected to be renal colic were included into the study. All of the study patients with distended bladder after hydration had ultrasonography (USG) and unhanced helical computerized tomography (UHCT) performed by two independent radiologists. Results: Of the 76 patients with flank pain, CT detected ureteral calculi in 47 out of 48 patients (97.9%) and USG detected ureteral calculi in 34 out of the 48 patients (70.83%). CT detected uretral calculi in 14 patients which was not detected by USG. CT also detected renal calculi in 7 patients which was not detected by USG. A kappa value of 0.62 (p<0.001) was determined, indicating a moderate concordance between CT and USG in detecting ureteral calculi. Also a kappa value of 0.65 (p<0.001) was determined in the overall diagnostic performance of the both imaging tools in detecting renal calculi. Conclusions: Computerized tomography is better than ultrasonography in detecting urinary calculus in patients presented to the emergency department with flank pain. However, as a bedside, non-invasive and non-ionized tool, USG should be preffered as the first line diagnostic choice in ED for detecting urinary calculus. CT should be used as an second choice in patients with negative USG exam in ED Daha fazlası Daha az

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu kapsamında yükümlülüklerimiz ve çerez politikamız hakkında bilgi sahibi olmak için alttaki bağlantıyı kullanabilirsiniz.

creativecommons
Bu site altında yer alan tüm kaynaklar Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Platforms