Filtreler
Prevalence of fossa navicularis among cleft palate patients detected by cone beam computed tomography

Ersan, Nilu?Fer

Article | 2017 | 7tepe Klinik13 ( 2 ) , pp.21 - 23

Amaç: Fossa navicularis, radyografik olarak klivusun inferior tarafında bir kemik kavitesi şeklinde gözlenen anatomik bir varyasyondur. Daha önceki çalışmalarda fossa navicularisin görülme sıklığının ender olduğu ortaya konmuş olsa da damak yarığı olan hastalardaki görülme sıklığı ile ilgili daha önce yapılmış bir çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmada amaç, damak yarığı olan hastalarda fossa navicularis görülme sıklığının konik ışınlı bilgisayarlı tomografi (KIBT) ile incelenmesidir.Gereç ve Yöntem: Herhangi bir sendromu olmayan ve damak yarığı bulunan 45 hastaya ait KIBT görüntüleri bu çalışmaya dahil edilmiştir. KIBT görüntüleri ü . . .zerinde sagital düzlemde fossa navicularis varlığı belirlenmiştir. Ayrıca bu hastalara ait yaş ve cinsiyet bilgileri kaydedilmiştir. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 45 hastanın 20'si (%44,4) kadın, 25'i (%55,6) erkektir. Yaşları 10 - 40 arasında değişen hastaların ortalama yaşı 18,57,6 olarak bulunmuştur. Hastaların 13'ünde (28,8%) fossa navicularis varlığı belirlenmiştir. Fossa navicularis gözlenen hastalardan 4'ü (8,9%) kadın iken, 9'u erkektir (20%). Yaşları 10-33 arasında değişen bu hastalarda ortalama yaş 22,48,2 olarak bulunmuştur.Sonuçlar: Damak yarığı olan hastalarda fossa navicularis görülme sıklığı, damak yarığı bulunmayan hastalar üzerinde yapılan daha önceki çalışmalarda rapor edildiğinden daha fazla bulunmuştur. Aim: Fossa navicularis is an anatomic variation, radiographically demonstrating as a bony, notch-like dehiscence on the inferior aspect of the clivus. Even though, the prevalence of fossa navicularis was reported to be rare, there are no previous studies reporting the prevalence of fossa navicularis among cleft palate patients. The objective of this study is to determine the prevalence of fossa navicularis among cleft palate patients using cone beam computed tomography (CBCT).Materials and Methods: The study group consisted of nonsyndromic 45 cleft patients having a CBCT scan. On CBCT images, the presence of fossa navicularis was detected on sagittal plane. Age and gender of the patients were also recorded.Results: Among 45 patients, 20 (44.4%) were female, whereas 25 (55.6%) were male. Mean age of the patients, with an age range of 10 - <40, was found as 18.5±7.6. Fossa navicularis was identified in 13 cleft patients (28.8%). Among these patients, 4 were female (8.9%), whereas 9 were male (20%), and their age ranged between 10 and 33 (mean age: 22.4±8.2).Conclusion: The prevalence of fossa navicularis in cleft palate patients was found to be higher than previously reported in noncleft patient Daha fazlası Daha az

Kardiyovasküler hastalık periodontal sağlık ilişkisi

Kocabaş, Hazel Zeynep | Karaca, Ebru Özkan | Kuka, Gizem İnce | Tunar, Ogul Leman | Gürsoy, Hare

Article | 2017 | 7tepe Klinik13 ( 3 ) , pp.61 - 66

Koroner kalp hastalıkları ve inme (serebrovasküler sistemin daralma, blokaj veya hemorajisi) dünyada ölüme sebep olan nedenlerin başında gelmektedir. Kardiyovasküler hastalıkların (KVH) bir parçası olan atereskleroz, gelişmiş ülkelerdeki ölümlerin başlıca nedenidir. Yapılan çalışmalar, hipertansiyon, yüksek kolesterol, sigara gibi KVH oluşumunda risk faktörleri olarak bilinen durumların kontrol altına alınmasının mortaliteyi azalttığını göstermesine rağmen dünyada KVH'ye bağlı ölümler giderek çoğalmaktadır. Bilinen risk faktörleri dışında, iltihaplanmanın KVH gelişiminde önemli bir rol oynadığına dair yeni kanıtların olması, tüm dün . . .yada yaygın olarak görülen kronik iltihabi bir hastalık olan periodontitisin, KVH'nin ilerlemesine katkıda bulunan sebeplerden biri olabileceğinin öne sürülmesine neden olmuştur. Bu derlemede amaç, periodontal hastalık ile KVH arasındaki ilişkinin; güncel bilgiler ışığında gözden geçirilmesi, periodontal hastalığın yeterince dikkate alınmaması ve KVH riski altındaki yetişkinlerde oldukça yaygın olarak görülmesinden dolayı aralarındaki ilişkiyi incelemektir Coronary heart disease and stroke (constriction, blockage or hemorrhage of the cerebrovascular system) are the leading causes of death in the world. Atherosclerosis, a part of cardiovascular disease (CVD), is the major cause of death in developed countries. Although controlling conditions known as risk factors for CVD, such as hypertension, high cholesterol, and smoking reduces mortality, CVD-related deaths are increasing. Apart from known risk factors, periodontitis, a chronic inflammatory disease that is widespread throughout the world, has been suggested to be one of the associated factor for CVD progress. The purpose of this review is to highlight the relationship between periodontal disease and CVD in the light of current literature, since periodontal disease is not adequately addressed and it is quite common in adults at risk for CV Daha fazlası Daha az

Evaluation of different instrumentation systems for apical extrusion of debris

Zan, Recai Zan | Topçuoğlu, Hüseyin Sinan | Hubbezoğlu, İhsan | Tanalp, Jale | Karapınar, Meric Kazandağ

Article | 2017 | 7tepe Klinik13 ( 1 ) , pp.7 - 11

Amaç: Bu çalışmanın amacı, Protaper Gold (PTG; Dentsply Maillefer, Ballaigues, Switzerland), WaveOne Gold (WOG; Dentsply Maillefer), One Shape New Generation (OSNG; MicroMega, Besancon, France), Twisted File Adaptive (TFA; SybronEndo, Orange, CA, USA), and K3XF (SybronEndo) nikel-titanyum enstrümantasyon sistemleri ile preparasyon boyunca apikalden taşan debris miktarını araştırmaktır.Gereç ve Yöntem: Yetmiş beş insan tek köklü mandibular premolar diş rastgele olarak 5 gruba ayrılmıştır (n15). Kök kanalları PTG, WOG, OSNG, TFA, ve K3XF eğeleri kullanılarak üreticinin talimatlarına göre prepare edilmiştir. Enstrümantasyon boyunca api . . .kalden taşan debris önceden tartılmış ependorf tüplerin içinde toplanmıştır. Ependorf tüpler daha sonra 5 gün boyunca 70C'de bir inkübatör içerisinde muhafaza edilmiştir. Tüpler yeniden tartıldı ve ilk ve son ağırlıkları arasındaki fark hesaplanmıştır. Veriler istatistiksel olarak tek yönlü ANOVA ve Tukey post-hoc testleri kullanılarak analiz edilmiştir.Bulgular: TFA grubu diğer tüm gruplar ile karşılaştırıldığında önemli ölçüde daha fazla debris taşırmıştır (P0,05). İstatistiksel olarak, K3XF ve OSNG grupları, WOG ve FTG gruplar ile karşılaştırıldığında daha fazla debris taşması ile ilişkili bulunmuştur (P0,05). K3XF ve OSNG gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmamıştır (P0,05). Buna ek olarak, WOG ve FTG grupları arasında apikalden taşan debris miktarında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (P0,05).Sonuç: Bu çalışmanın koşulları altında, tüm enstrümantasyon sistemleri debrisin apikal ekstrüzyonu ile sonuçlandı. WOG ve PTG enstrümantasyon sistemleri diğer gruplar ile karşılaştırıldığında en az miktarda debris ekstrüzyonuna neden olmuştur. Apikalden taşan debris miktarı, kullanılan enstrümanın metalürjisine, kinematiğine ve tasarımına göre değişebilir. Aim: The aim of present study was to investigate the amount of debris extruded apically during preparation with ProTaper Gold (PTG; Dentsply Maillefer, Ballaigues, Switzerland), WaveOne Gold (WOG; Dentsply Maillefer), One Shape New Generation (OSNG; MicroMega, Besancon, France), Twisted File Adaptive (TFA; SybronEndo, Orange, CA, USA), and K3XF (SybronEndo) nickel-titanium instrumentation systems.Materials and Method: Seventy-five extracted human single-rooted mandibular premolar teeth were randomly assigned to 5 groups (n 15). The root canals were prepared according to the manufacturers' instructions using the PTG, WOG, OSNG, TFA, and K3XF instruments. Debris apically extruded during instrumentation was collected in pre-weighed eppendorf tubes. The eppendorf tubes were then stored in an incubator at 70°C for 5 days. The tubes were weighed again, and the difference between the initial and final weights was calculated. The data were statistically analyzed using oneway ANOVA and Tukey's post-hoc tests.Results: The TFA group extruded significantly more debris compared with all other groups (P<0.05). Statistically, K3XF and OSNG groups were associated with more debris extrusion compared with the WOG and PTG groups (P<0.05). There was no statistically significant difference between the K3XF and OSNG groups (P>0.05). Additionally, there was no statistical difference between the WOG and PTG groups in the amount of extruded debris (P>0.05).Conclusions: Under the conditions of this study, all instrumentation systems resulted in apical extrusion of debris. The WOG and PTG instrumentation systems caused the least amount of extruded debris compared with the other groups. The amount of apically extruded debris may vary according to metallurgy, kinematics and design of the instrument used Daha fazlası Daha az

EndoVac, ultrasonik ve manuel aktivasyon tekniklerinin kök kanallarından kalsiyum hidroksituzaklaştırılmasındaki etkinliklerinin karşılaştırılması

Işık, Dt Vasfiye | Haznedaroğlu, Faruk | Özkan, Helin | Barut, Güher

Article | 2016 | 7tepe Klinik12 ( 3 ) , pp.15 - 20

Amaç: Bu çalışmanın amacı, EndoVac, pasif ultrasonik ve manuel aktivasyonun kök kanallarından Ca(OH)2'in uzaklaştırılmasındaki etkinliğinin değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Toplamda elli beş adet çekim sebebi bilinmeyen insan üst molar dişin palatinal kökü kullanılmıştır. Şekillendirme apikal çap 0,45 mm olacak şekilde step-back tekniği ile yapılmıştır. Radyoopak Ca(OH)2 patı yerleştirilen örnekler 37oC ve %100 nemli ortamda 1 hafta süreyle saklanmıştır. Örnekler rastlantısal olarak Ca(OH)2'in uzaklaştırılma tekniğine göre üç gruba (n15) ayrılmıştır. Grup 1'de MAF (apikal şekillendirmede kullanılan son eğe) olarak belirlenen # . . .45 numara K-tipi eğe ile manuel olarak yıkama solüsyonunun aktive edilmiştir. Grup 2'de pasif ultrasonik sistem (EMS, Nyon, Switzerland) ucuna takılan #25 spreader yardımıyla aktive edilmiştir. Grup 3'te EndoVac ile yıkama yapılmıştır. Negatif kontrol grubundaki (n5) örneklere Ca(OH)2 yerleştirilmemiş olup, pozitif kontrol grubunda (n5) kanal içi medikament uygulanmış ancak herhangi bir uzaklaştırma işlemi yapılmamıştır. Örneklerden deneyler öncesi ve sonrasında alınan radyografilerin dijital görüntüleri ImageJ Software programı kullanılarak kuronal, orta ve apikal bölgelere ayrılmıştır. Kalan Ca(OH)2 miktarı yüzde cinsinden değerlendirilmiştir. Verilerin istatistiksel değerlendirilmesinde Kruskal Wallis ve Dunn's çoklu karşılaştırma testi kullanılmıştır. Sonuçlar, anlamlılık p0,05 düzeyinde değerlendirilmiştir. Bulgular: Deney gruplarından bağımsız olarak, kalan Ca(OH)2 miktarı yüzdesi apikalde, kuronal ve orta bölgeye göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha yüksek bulunmuştur (p0,0001). Apikalde kalan Ca(OH)2 miktarı yüzdesi açısından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık gö- zlenmiştir (p0,045). Apikalde manuel grupta kalan Ca(OH)2 miktarı yüzdesi PUI kullanılan gruba göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde daha yüksek bulunmuştur (p0,05). Sonuçlar: Yıkama ve aktivasyon tekniklerinin hiçbiri Ca(OH)2'i tamamen uzaklaştıramamıştır. Apikal bölgede, EndoVac ve pasif ultrasonik yıkama etkili şekilde Ca(OH)2 uzaklaştırılmasını sağlamıştır. Aim: The aim of this study is to compare the efficacy of EndoVac, ultrasonic and manual agitation techniques on the removal of calcium hydroxide from root canals. Materials and Methods: Fifty five palatal roots of maxillary molars were used. The roots were prepared to size #45 with step-back technique. Then, root canals were filled with a radiopaque Ca (OH)2 paste by using lentulo spiral. The samples were stored 100% humidity and at 37oC for 1 week. For the removing of calcium hydroxide from root canals 3 different irrigation techniques were used. In group 1 (n15) K-files with the same size of master apical file (MAF) was used with 5.25% NaOCl by syringe injection. Group 2 (n15) was irrigated with passive ultrasonic irrigation (PUI) and group 3 (n15) was irrigated with EndoVac system. In negative control group (n5) samples were without Ca(OH)2 placement and in positive control group (n5) Ca(OH)2 was not removed. Radiographies were taken before and after the application of three techniques. The percentage of remaining Ca(OH)2 was evaluated with ImageJ Software. Data were statistically evaluated using Kruskal Wallis test and Dunn's multiple comparison tests. Significance level was set at p<0.05. Results: In all groups, the amount of remaining Ca(OH)2 in the apical part of the samples was statistically more than coronal and middle parts (p0.0001). At the apical part, there was a significant difference between the groups in the percentage of remaining Ca(OH)2 (p0.045). PUI was found statistically more efficient in removing Ca(OH)2 than manual agitation (p<0.05). There was no significant difference between PUI and EndoVac system. Conclusions: None of the techniques removed the Ca(OH)2 dressing completely. PUI and EndoVac system was effective in removing Ca(OH)2 from the apical part of the root canals Daha fazlası Daha az

Supernumere dişler ne sıklıkta görülürler? Retrospektif radyografik pilot çalışma

Cabbar, Fatih | Burdurlu, M. Çağrı | Kulle, Çınar | Tolonay, Berk | Çopuroğlu, Akanay | Yasa, Ata Mert | Alcan, Narod

Article | 2018 | 7tepe Klinik14 ( 3 ) , pp.85 - 89

Amaç:Bu çalışmanın amacı, her bir hastanın panoramik radyografisini inceleyerek, süpernümere dişleri olan hastaların sıklığını ve klinik özelliklerini değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem:Çalışmaya Üniversite Diş Hastanesi hastalarının toplam 30066 panoramik radyografisi dahil edildi. Her hasta, süpernümere dişler için miktarına, dişlenme tipine, lokalizasyonlarına ve morfolojilerine göre sınıflandırıldı. Hastaların demografik verileri de kaydedilerek birlikte değerlendirildi. Bulgular:Çalışmaya katılan hastaların %45'i erkek, %54'ü kadındı ve yaş ortalaması 39,3218,71 idi. Supernümere dişleri olan 163 hasta vardı (%0,056). Süpernumer . . . dişler için erkek/ kadın oranı 1,33:1 idi. Erkeklerde kadınlardan anlamlı derecede daha fazla bulundu (p 0,05). Maxillanın mandibuladan %59 daha sık etkilendiği görüldü. Supernümere olan 163 dişten ek morfoloji en sık %39,5 idi. 30 yaşın altındaki hastalardadiğer yaş gruplarına göre daha fazla supernümere diş vardı (p 0.05). Sonuç: Bu çalışmada supernümere dişlerin çoğunluğu 30 yaşın altındaki erkeklerde görüldü, en sık maksillada ve suplemental morfolojide izlendi. Aim:The aim of this study is to evaluate the frequency andclinic charecteristics of patients with supernumerary teeth byexamining each patient’s panoramic radiography.Materials and Methods:A total of 30066 panoramic radiographies of the University Dental Hospital patients were included in the study. Each patient was classified according tothe quantities, dentition characteristics, locations, and morphologies for their supernumerary teeth. Demographic data ofthe patients were also recorded.Results:Of the patients participated in the study, 45% weremale and 54% were female, with the mean age of 39.3218.71.There were 163 patients with supernumerary teeth (0.056%).Male/female ratio for supernumere teeth was 1.33:1. Maleswere significantly more than in females (p0.05). Maxilla wasmore frequently affected than mandibula by 59%. Of the 163supernumarary teeth, supplemental morphology was themost frequent by 39.5%. There were significantly more supernumerary teeth observed under the age of 30 years than other age groups (p0.05).Conclusion:The majority of supernumerary teeth in this studywere present in males under the age of 30 years, had supplemental morphology, and were located in the maxilla Daha fazlası Daha az

Üç farklı arayüz temizleme aracının temizleme etkinliğinin değerlendirilmesi: in vitro çalışma

Kuka, Gizem İnce | Tunar, Ogül Leman | Gürsoy, Hare | Kuru, Bahar

Article | 2018 | 7tepe Klinik14 ( 2 ) , pp.69 - 74

Amaç: Bu çalışmanın amacı, ara yüz temizliğinde kullanılanüç farklı temizlik aracının temizleme etkinliklerinin karşılaştırılmasıdır.Gereç ve Yöntem: Yetmiş iki adet ara yüz çürüğü veya restorasyonu olmayan çekilmiş insan dişi farklı ara yüz boşluklarıyaratmak amacıyla kesiciler, küçük azılar ve büyük azılar olarak üç gruba ayrıldı. Dişler, orijinale yakın dar ve geniş kontak oluşturularak rezin gingiva modeline gömülüp, dişlerinaproksimal yüzeylerini gözlemlemek için interdental alandanayrılan ve modelaj mumu ile yeniden birleşebilen bir rezinmodel oluşturuldu. Mikrobiyal dental plağı taklit etmek amacıyla dişlerin ara yüzleri kont . . .ak spreyi ile (0-Spray OkklusionssSpray, Scheftner, Almanya) boyanıp dijital fotoğraf makinesiile fotoğraflandı. Boyutları birbirine denk olan ara yüz fırçaları(TePe 0.45, 0.6) ile plastik ara yüz temizleyicisi (TePe EasyPick, XS/S, M/L) ve kürdanlar (TePe Dental Stick Slim/Medium) seçildi. Uygulanan kuvvetleri standardize etmek amacıylaEvrensel Test Cihazı (Instron) kullanıldı. Kaldırılan boya miktarını ölçmek amacıyla mum ile birleşebilen model ayrılıp, herdişin aproksimal yüzeyi aynı açı ve mesafeden fotoğraflandı.İlk ve son fotoğraflar AutoCAD programı ile karşılaştırılıp, temizlenen boya miktarı hesaplandı.Bulgular: Uygulama sonrası üç grupta da istatistiksel olarakanlamlı değişim saptandı (p0.05). Rölatif temizleme alanı arayüz fırçası kullanılan gruplarda plastik ara yüz temizleyicisi vetahta kürdan kullanılan gruplara göre anlamlı derecede yüksek bulundu (p0.05).Sonuç: Sonuç olarak, ara yüz fırçalarının temizleme etkinliği,plastik ara yüz temizleyici ve tahta kürdanlara göre daha yüksek tespit edildi. Bu çalışmanın bulguları, farklı ara yüz temizleyici ajanların temizleme etkinliği ve kullanım kolaylığı açısından farklı hasta gruplarında değerlendirildiği klinik çalışmalariçin umut vericidir. Aim: The aim of the present study was to compare the cleaning efficacy of three different interdental cleaning devices.Materials and Methods: Seventy two extracted human teethwithout approximal caries and restorations were separatedto three groups as incisors, premolars and molars, includingtwenty four per each. All teeth were embedded into acrylicresin and the models were designed to be separable fromthe interproximal parts. To imitate the interdental plaque,the interproximal areas of the teeth were dyed with contactspray (0-Spray OkklusionssSpray, Scheftner, Germany). Three groups of approximately same sized interdental cleaningdevices, rubber interdental pick (Tepe Easypick XS/S, M/L),interdental brush (TePe 0.45, 0.6) and wooden sticks (TePeDental Stick Slim/Medium) were selected. To standardize the force applied, Universal Test Machine (Instron) was used.After the application of interdental devices, the teeth wereseparated from the interproximal surfaces to analyse thecleaned areas. The teeth were digitally photographedand by using AutoCAD software, the dye removal wascalculated.Results: All groups showed statistically significant differences in terms of relative cleaning area after interdentalcleaning device application (p0.05). However, relativecleaning area was found to be significantly higher in interdental brush groups compared to rubber interdental pickand wooden stick groups, respectively (p0.05).Conclusions: It was concluded that interdental brushes’relative cleaning efficacy was better than that of rubber interdental picks and wooden sticks. Results of the presentstudy are promising for the future clinical studies evaluating the plaque removal efficacy of different interdentalcleaning devices as well as the ease of use in different periodontally diseased and healthy populations Daha fazlası Daha az

Microbial composition and non-surgical periodontal treatment of aggressive periodontitis: Two case reports

Mamaklıoğlu, Dilek | Kuru, Bahar Eren | Karched, Maribasappa | Doğan, Başak

Other | 2019 | 7tepe Klinik15 ( 1 ) , pp.140 - 145

The objective of this case report was to characterize the subgingival microbiological profiles of two patients with generalized aggressive periodontitis (GAgP) and to evaluatethe clinical outcomes of non-surgical periodontal treatment(NSPT) over a 6-months period. Pooled subgingival samplesof two patients who referred to our clinic and diagnosed withGAgP were collected and analyzed for the presence of 300species/phlotypes using Human Oral Microbe IdentificationMicroarray analysis. NSPT was performed within 3-week period. Clinical parameters were measured at baseline, 3 and6 months after NSPT. Recall visits were performed every 2week . . .s during the first 3 months and every 4 weeks up to 6months. All samples harboured a total of 61 species and 32species were common in both patients. First patient had 17and the other had 12 distinct species. High levels of Filifactor alocis, Porpyromonas gingivalis, Campylobacter concisusand rectus, Fusobacterium nucleatum and Desulfobulbusspp. were detected in both patients while Aggregatibacter actinomycetemcomitans was found in none of them. Six monthsafter NSPT, all clinical parameters were improved in two A. actinomycetemcomitans-negative GAgP patients. In addition towell-recognized periodontal pathogens the presence of highlevels of Filifactor alocis and Desulfobulbus spp. seem to beassociated with GAgP. Bu olgu raporunun amacı iki generalize agresif periodontitis(GAgP) hastasının subgingival mikrobiyolojik profilini belirlemek ve cerrahi olmayan periodontal tedavinin (COPT) 6 aylıkklinik sonuçlarını sunmaktır. Kliniğimize başvuran iki GAgPhastasının havuzlama yöntemiyle toplanan subgingival örnekleri, 300 tür/filotipin varlığını belirlemek için Human OralMicrobiome Identificaition Microarray analizi kullanılarak incelendi. COPT 3 hafta içinde uygulandı. Klinik parametrelertedavi öncesi, sonrası 3. ve 6. aylarda kaydedildi. Hastalar, ilk3 ayda 2 haftada bir, son 3 ayda 4 haftada bir kontrol seanslarına çağırıldı. Tüm örneklerde toplam 61 türe ve iki hastadaortak 32 türe rastlandı. İlk hastada 17, diğer hastada 12 farklıtür tespit edildi. İki hastada da yüksek seviyede Filifactor alocis, Porpyromonas gingivalis, Campylobacter concisus andrectus, Fusobacterium nucleatum and Desulfobulbus spp.saptanırken Aggregatibacter actinomycetemcomitans tespitedilmedi. COPT sonrası altıncı ayda A. actinomycetemcomitans-negatif iki GAgP hastasının tüm klinik parametrelerindeiyileşme olduğu gözlendi. Bilinen periodontal patojenlere ekolarak yüksek seviyedeki Filifactor alocis ve Desulfobulbusspp.’nin varlığının GAgP ile ilişkilendirilebileceği düşünülmüştür Daha fazlası Daha az

Classification and current treatment options of endo-perio lesions

İnce, Gizem Kuka | Barut, Güher | Gürsoy, Hare

Article | 2017 | 7tepe Klinik13 ( 1 ) , pp.45 - 48

Diş ve çevre dokuları incelendiğinde, kök kanallarının ve periodonsiyumun birbiriyle yakın ilişki içinde olduğu belirlenmiştir. Pulpa dokusu ve periodontal ligament arasında anatomik yapılar ve fizyolojik olmayan yollar aracılığıyla enfeksiyon geçişleri olabilmektedir. Bunun sonucunda oluşan endo-perio lezyonlarının teşhisi ve prognozu klinisyenleri oldukça zorlamaktadır. Bu lezyonların etiyolojisinin anlaşılması, tedavi seçeneklerinin zamanlaması ve sıralaması açısından büyük önem taşımaktadır. Birçok vakada endodontik veya periodontal tedavi tek başına yeterli olurken, ikincil olarak endodontik veya periodontal lezyonlar eklendiği . . .nde veya gerçek kombine lezyonların varlığında daha karmaşık tedavi seçeneklerine ihtiyaç duyulmaktadır. Endo-perio lezyonlarının tedavi protokolleri konusunda literatürde yeterli bilgi bulunmamakla birlikte, bu derlemenin amacı güncel ve ileri tedavi planlamalarına dikkat çekmektir. The root canal and periodontium are in a close relation with each other and cross infection between dental pulp tissue and periodontal ligament may occur by the anatomical structures and non-physiological pathways. Endo-perio lesions are challenging for the clinicians in terms of diagnosis and prognosis. It is important to understand the etiology of the lesions to determine the timing and ordering the treatment procedures. In some cases, endodontic or periodontal treatment is sufficient alone while secondary involvement of endodontic or periodontal lesions or true combined lesions are required more complicated treatment options. There is a lack of knowledge about the treatment protocols concerning endo-perio lesions therefore this review aims to highlight the current and advanced treatment strategies Daha fazlası Daha az

Partial edentulism and treatment options

Özkurt, Zeynep Kayahan | Özçakır, Ceyda Tomruk | Kazazoğlu, Ender

Article | 2017 | 7tepe Klinik13 ( 1 ) , pp.31 - 35

Amaç: Bu çalışmanın amacı, farklı kısmi dişsizlik tiplerinin belirlenmesi ve bu dişsizliklerin protetik tedavi seçeneklerinin incelenmesidir.Gereç ve Yöntem: Yeditepe Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Protetik Diş Tedavisi Anabilim Dalı'nda, dijital kayıt sistemi incelenerek retrospektif bir değerlendirme yapıldı. Hastalar kayıt sisteminden randomize olarak seçildi ve çalışmaya şu kriterlere göre dahil edildi; en az bir çenesinde kısmi dişsizliğe sahip olmak, panoramik radyografi çektirmiş olmak, protetik tedavisi tamamlanmış ya da tedavi yaptırmadan ayrılmış olmak. Hastaların yaşı, cinsiyeti, kısmi dişsizlik (Kennedy) sınıflaması . . . ve tedavi seçenekleri kaydedildi. Elde edilen verilerin istatistiksel analizinde tanımlayıcı yöntemler ve Ki-Kare testi kullanıldı. Anlamlılık p 0,05 düzeyinde değerlendirildi.Bulgular: Çalışmaya yaş ortalaması 50,88 14,09 olan 345 hasta (147 erkek, 198 kadın) dahil edildi. Kennedy III dişsizliğin, üst çenede (%71,1) ve alt çenede (%55,9) en sık görülen dişsizlik tipi olduğu belirlendi. Kısmi dişsizliğin üst çenede (%57,9) ve alt çenede (%41,7) sıklıkla sabit protezlerle tedavi edildiği gözlendi. Hastaların yalnızca %13-14'üne implant tedavisi uygulandı.Sonuç: Dental implantlar, kısmi dişsizlikte en az tercih edilen tedavi seçeneğiydi. Sabit protezler Kennedy III ve IV için en yaygın tedavi yöntemi iken, hareketli bölümlü protezler Kennedy I ve II için en yaygın tedavi seçeneğiydi. Aim: The purpose of this study was to determine the prevalence of various types of partial edentulism, and type of prosthetic restorations most commonly chosen to treat the patients.Materials and Methods: A retrospective evaluation was conducted in Department of Prosthodontics, Dental School of Yeditepe, Turkey, by examining the digital record system of the faculty. The patients were selected randomized and the inclusion criteria were; patients who had partial edentulism at least on their one jaw, who had panoramic radiographs, whose treatment had been finished, and who had no treatment. Age, gender, Kennedy classification and treatment options were recorded. Descriptive statistical methods and Chisquare test were used to analyze data. An alpha level of 0.05 was used for all statistical analyses.Results: There were 345 patients (147 males, 198 females) with the mean age of 50.88±14.09 years. Kennedy III was the most common in the maxilla (71.1%) and in the mandible (55.9%). Partial edentulism was most frequently managed by fixed partial dentures in the maxilla (57.9%) and in the mandible (41.7%). Implant treatment was applied to 13-14% of the patients. Conclusions: Dental implants were the least common treatment option for partial edentulism. Fixed partial dentures were the most common treatment for Kennedy III and IV, whereas removable partial dentures were the most common for Kennedy I and II Daha fazlası Daha az

Sinus ogmentasyon komplikasyonları ve tedavi önerileri

Karaca, Ebru Özkan | Gürsoy, Hare | Tunar, Ogül Leman | Kuru, Bahar Eren

Article | 2016 | 7tepe Klinik12 ( 2 ) , pp.53 - 62

Sinüs ogmentasyonu tekniği, posterior maksiller bölgenin rehabilitasyonunda en sık kullanılan tekniktir. Sinüs ogmentasyonu, etkili ve sonucu öngörülebilir bir tedavi protokolü olarak kabul edilse de, komplikasyonlara açık bir cerrahi yöntemdir. Komplikasyonlar, cerrahi işem sırasında ya da cerrahi işlem sonrasında ortaya çıkabildiği gibi birbirleriyle bağlantılı olarak da oluşabilirler. Bu derlemenin amacı sinüs ogmentasyon işlemi sırasında ve sonrasında meydana gelebilecek komplikasyonları ve bu komplikasyonları önlemek amacıyla operasyon öncesi ve sonrasında alınabilecek önlemleri değerlendirmektir. Sinus augmentation is the most . . . frequently utilized methodology for the rehabilitation of posterior maxillary region. Although sinus augmentation can be considered as an efficient and predictable technique, it is also prone to various complications. Complications may arise during or after surgical procedures or can be inter-related. The purpose of this review is to evaluate possible complications during or after sinus augmentation as well as pre and post operative precautions for the prevention of complications Daha fazlası Daha az

Bitirme ve parlatma sistemlerinin farklı tipteki kompozit rezinlerin yüzey pürüzlülüğüne etkisi

Tuncer, Duygu | Halaçoğlu, Derya Merve | Çelik, Çiğdem | Arhun, Neslihan

Article | 2016 | 7tepe Klinik12 ( 2 ) , pp.25 - 30

Amaç: Bu in vitro çalışmanın amacı farklı bitirme ve parlatma sistemlerinin farklı tipteki kompozit rezinlerin yüzey pürüzlülüğü üzerine etkisini değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada 3 farklı tipte kompozit rezin kullanılmıştır; Filtek Z250 (mikrohibrit kompozit, 3M ESPE), Filtek Z550 (nanohibrit kompozit, 3M ESPE), Aelite LS Posterior (düşük büzülmeli hibrit kompozit, Bisco). Toplam 144 adet disk şeklinde örnek hazırlandı (n48). Örnekler, şeffaf bant altı yüzey (kontrol) ve uygulanan parlatma yöntemine göre rastgele 4 alt gruba ayrıldı (n12) ve sırasıyla; Diamond Polish Mint (Ultradent), Soflex Disk (3M ESPE) ve OneGlos . . .s (Shofu) parlatma sistemleri uygulandı. Örneklerin yüzey pürüzlülüğü; yüzey pürüzlülük ölçüm aleti (Mitutoyo Surftest SJ-201) kullanılarak ölçüldü. Elde edilen veriler istatistiksel olarak analiz edildi (p 0.05).Bulgular: Bütün gruplarda şeffaf bant altı yüzey (kontrol) en pürüzsüz olarak ölçülmüş ve materyaller arasında farklılık görülmemiştir. Filtek Z250 ve Filtek Z550 gruplarında Diamond Polish ya da Soflex disk kullanıldığında benzer pürüzlülük değerleri elde edilirken, Onegloss daha yüksek pürüzlülük değerleri göstermiştir (p0.05). Aelite grubunda ise Soflex ile diğer yöntemlere göre daha pürüzsüz yüzey elde edilmiştir (p0.05). Bununla birlikte, kontrol grubu dışında, Aelite'ın diğer restoratif materyallerden daha pürüzlü yüzeye sahip olduğu bulunmuştur (p0.05). Sonuç: Kompozit rezin tipinden bağımsız olarak alüminyum oksit disk sistemi ile en az pürüzlü yüzey elde edilmiştir. Aim: The aim of this in vitro study was to evaluate the effects of different finishing and polishing systems on surface roughness of different types of resin composites.Materials and methods: In this study, 3 types of resin composites were used; Filtek Z250 (microhybrid resin composite, 3M ESPE), Filtek Z550 (nanohybrid resin composite, 3M ESPE), Aelite LS Posterior (low-shrinkage hybrid resin composite, Bisco). A total of 144 disc shaped specimens were prepared (n48). Specimens were randomly divided into 4 subgroups according to finishing and polishing systems and Mylar strip as control (n12) and Diamond Polish Mint (Ultradent), Soflex Disk (3M ESPE) and OneGloss (Shofu) finishing and polishing systems used, respectively. The surface roughness values were determined with a profilometer (Mitutoyo Surftest SJ-201). Data were statistically analyzed (p < 0.05).Results: The Mylar strip produced the smoothest surface in all groups and there was no significant difference between the restorative materials. In Filtek Z250 and Filtek Z550 groups, when Diamond Polish or Soflex disk used, similar surface roughness values were measured, Onegloss exhibited higher roughness values (p<0.05). In Aelite group, Soflex produced smoother surface than the other techniques (p<0.05). Additionally, Aelite exhibited rougher surfaces than the other restorative materials except control group (p<0.05).Conclusion: Aluminum oxide disks system produced the smoothest surface regardless of the resin composite used Daha fazlası Daha az

Alt yirmi yaş dişlerinin mandibular kanalla olan ilişkisinin panoramik radyografilerde ve konik ışınlı bilgisayarlı tomografi görüntülerinde incelenmesi

Yalçın, Gül Merve Ülker | Ersan, Nilüfer | Özçakır, Ceyda Tomruk | İlgüy, Dilhan | Şençift, Mehmet Kemal | Çapar, Gonca Duygu

Article | 2016 | 7tepe Klinik12 ( 1 ) , pp.41 - 45

Amaç: Alt yirmi yaş dişlerinin çekimi öncesinde, oluşabilecek inferior alveolar sinir hasarının önlenmesi için radyografik değerlendirme yapılması gerekmektedir. Bu çalışmanın amacı alt yirmi yaş dişlerinin kökleri ile mandibular kanalın ilişkisini sunan panoramik radyografilerdeki göstergelerin, konik ışınlı bilgisayarlı tomografi (KBIT) görüntüleri ile karşılatırılarak, güvenilirliğinin belirlenmesidir.Gereç ve yöntem: Çalışmada 73 hastanın 105 alt yirmi yaş dişi değerlendirilmiştir. Panoramik radyografilerde mandibular kanal devamlılığının kaybolması ve kök ucunda radyolusensi olması kriterlerine bakılarak, KBIT görüntüleri ile k . . .arşılaştırılmış ve bu üç boyutlu görüntülerde kökler ile inferior alveolar sinirin ilişkisi ve lingual korteksin durumu değerlendirilmiştir.Bulgular: Araştırmacılar arası güvenilirliğin sağlanması amacı ile kappa hesaplaması yapılmış ve bu hesaplamanın sonucunda Kappa değeri 0,88 olarak çıkmıştır. Panoramik radyografide kanal devamlılığının kaybolduğu 39 yirmi yaş dişinde (%81,25), KBIT görüntüleri incelendiğinde kökler ve kanal arasında ilişki görülürken; kök ucunda radyolusensinin görüldüğü 47 yirmi yaş dişi (% 82,46) incelendiğinde kökler ve kanal arasında ilişki görülmüştür. Kök ucunda radyolüsensi gözlenmesi ve kanal devamlılığının kaybolması durumları istatistiksel olarak anlam teşkil etmektedir. Panoramik radyografide kanal devamlılığının kaybolduğu 11 yirmi yaş dişinin (%19,3), KBIT görüntüleri incelendiğinde kökün veya köklerin lingual korteksi perfore etmiş olduğu gözlenmiştir. Kök ucunda radyolusensinin görüldüğü yirmi yaş dişlerinden sadece 1 tanesinde (%2.08) lingual kortekste perforasyon gözlenmiştir. Kök ucunda radyolusensi gözlenmesi ve kanal devamlılığının kaybolması durumları, lingual korteksin durumu istatistiksel olarak bir anlam teşkil etmemektedir.Sonuç: Bu çalışmanın sonucuna dayanarak, panoramik radyografilerde bu kriterlere sahip mandibular yirmi yaş dişlerinin cerrahi çekimi öncesinde inferior alveoler sinir hasarının önlenmesi amacı ile tomografi görüntülerinin değerlendirilmesini öneriyoruz. Aim: Before the extraction of the mandibular third molars, the radiographic evaluation is mandatory to prevent inferior alveolar nerve injury. The aim of this study was to evaluate the reliability of panoramic signs of relation between thecanal and the roots of the third molars, and to compare the panoramic signs with Cone Beam Computerized Tomography (CBCT) findings.Materials and methods: One hundred and five mandibular third molars from 73 patients included in the study. Panoramic radiographs were assessed in terms of the interruption of the mandibular canal wall and darkening of the roots. CBCT images were compared with panoramic signs in terms of relationship of the roots and the status of lingual cortex.Results: Intraobserver agreement were calculated using kappa statistics. The Kappa value was 0,88. In 39 cases (81,25 %) where the mandibular canal was interrupted and in 47 cases (82,46 %) where there was darkening of the roots; in CBCT images, there was a relationship between mandibular canal and the roots. These both radiologic sign showed a statistically significance. In 11 cases (19,3 %) where the mandibular canal was interrupted and in 1 case (2,08 %) where there was darkening of the roots; in CBCT images, there was a perforation on lingual cortex. These both radiologic sign showed no statistically significance.Conclusion: In this study, we recommend examination for preoperative radiographic evaluation of mandibular third molars that show this panoramic signs in order to prevent inferior alveolar nerve damage Daha fazlası Daha az

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu kapsamında yükümlülüklerimiz ve çerez politikamız hakkında bilgi sahibi olmak için alttaki bağlantıyı kullanabilirsiniz.

creativecommons
Bu site altında yer alan tüm kaynaklar Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Platforms