Beşer, Senem Göl | Ötken, Ayşe Begüm | Yolbulan, Elif Okan
Article | 2018 | KAFKAS ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ DERGİSİ9 ( 18 ) , pp.613 - 628
Genel olarak işletmelerin başarısı, ülkeekonomisine olumlu etkilerinin yanı sıra büyümelerive sürdürebilir olmalarıyla tanımlansa da, daha fazlatüketim ve sınırlı kaynaklarla (toprak, emek, teknikbilgi, gibi) daha hızlı üretim kültürü ile açıklanan birbüyüme paradoksu da söz konusu olmaktadır. Buanlamda, büyümeden kopuş modern ekonomiksistemin çöküşünün bir işareti olaraknitelendirilmektedir. Her ne kadar büyüme, şirketleriçin son derece cazip bir hedef olsa da büyümeme deşirketlerin bilinçli bir şekilde tercih edebileceği birbaşka amaç olabilmektedir. Bu araştırmanın kapsamıbir tercih olarak büyümemeyi seçen ve “cüce” olaraktanımla . . .nan şirketlerdir. Bu çerçevede, çalışmanınamacı büyümeme kavramına odaklanarak cüceşirketleri Türk yazınına sunmaktır. Kavramsal birçalışma olarak konuyu ele alan bu makale,büyümeme tercihine ışık tutacak örnek bir işletmedenbahsederek Türk yazınına katkı sağlamayıhedeflemektedir. Although the success ofcompanies is defined in terms of their contribution tonational economy, their growth and sustainability, oneof the biggest misconceptions of today’s businesses isthe paradox of growth which could be explained byproviding more consuming and faster productionculture with limited resources (land, labor, technicalinformation, etc.). Growth disengagement is regardedas a sign for the collapse of modern economic systems.Although growth is an extremely attractive strategy forcompanies, degrowth might be another goal which canbe preferred on purpose by companies. In thisframework, the scope of this study is “dwarf”companies which deliberately choose not to grow. Thepurpose of the study is to focus on degrowth andpresent the term “dwarf” to Turkish literature andanalyze a company which can be considered as a dwarfas a case study Daha fazlası Daha az
Çakmak, Gizem Alioğlu
Article | 2018 | İstanbul Gelişim Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi5 ( 2 ) , pp.149 - 168
Batı Trakya Müslüman Türkleri, 1923’ten günümüze kadar pek çok sorunla veayrımcılıkla karşı karşıya kalmış, özelikle Türk-Yunan ilişkilerinin Kıbrıs Sorunusebebiyle bozulduğu 1970li yıllar sonrasında ayrımcılığın ve sorunların şiddeti artarakdevam etmiştir. Bu sorunların başında, etnik kimliğin reddi, eğitim, vatandaşlıktan ıskat,din ve vicdan hürriyeti ve buna bağlı müftülük sorunu, kurumların kontrolü sorunu,demografik yapının değiştirilmesi, ifade özgürlüğüne sınırlamalar gelmektedir. Ancak,1990’ların son yarısında ve 2000’li yıllarda Yunanistan’da azınlık hakları konusundaolumlu gelişmeler meydana gelmiştir. Bu bağlamda, azınlığ . . .ı mağdur eden tümsorunların çözümü sağlanmasa bile bazı alanlardaki gelişmeler incelemeye değerdir. Buçalışmanın amacı 1990’lardan itibaren Yunanistan’daki azınlık hakları konusundaAvrupalılaşma ve Avrupa kurumlarının etkisini analiz etmektir. The Turkish Muslim Minority in Western Thrace has been subject todiscriminative practices and human right violations since 1923. Especially after the1970s, when the Turkish-Greek relations deteriorated due to the Cyprus Problem, thesituation for the Minority worsened dramatically. The most significant problems of theMinority are; the denial of ethnic identity, education, de-nationalization of the minoritymembers, freedom of religion and the election of Muftis, the problem concerning thecontrol of the Minority institutions, demographic changes, and the freedom ofexpression. Since the late 1990s and throughout the 2000s, considerable positivedevelopments in minority rights have been taking place in Greece. Despite theliberalization of minority rights and softening of the discriminative measures andrepressive policies, as the fundamental problems of Western Thrace Turks still persist,this process is worth examining. The aim of this study is to examine the role of Europeanization and European Institutions on the minority rights in Greece startingwith the 1990s Daha fazlası Daha az
Uz, İdil
Article | 2010 | ODTÜ Gelişme Dergisi37 ( 1 ) , pp.53 - 72
Bu çalışma Türkiye 'nirı temel ticari ortakları ile gerçekleştirdiği çift yönlü dış ticaret esnekliğini Gregory ve Hansen (GH) yaklaşımıyla incelemektedir. Bu nedenle, GH yaklaşımı bilinmeyen bir zamanda yapısal kırık ihtimalini modele dahil ederek uzun dönemde, çift yönlü ihracat ve ithalat talebi fonksiyonlarındaki değişkenler arasında eşbütünleşik ilişki bulmuştur. Ticaret talebi döviz kuru esnekliği ile gelir esnekliğinin 1982-2007 yıllarını kapsayan ampirik sonuçları sunulmuş ve tartışılmıştır. This paper estimates the bilateral trade equations of Turkey and its major trading countries by using the Gregory and Hansen procedure. . . . We allowed for a structural break at an unknown date within the Gregory and Hansen (GH) framework and obtained a cointegrating relationship especially between variables in the export and import demand equations at the bilateral level. The empirical analysis of the exchange rate and income elasticity of trade demand, over the period 1982-2007, is presented and discussed Daha fazlası Daha az
Calli, Meltem Kiygi | Kilic, Semih
Article | 2019 | Business and Economics Research Journal10 ( 1 ) , pp.259 - 276
Bu çalışmanın amacı farklı ambalaj tasarımlarının tüketici satın alma niyetine olan etkileriniortaya koymak ve bu etkinin hangi ambalaj tasarımı için en fazla olduğunu belirlemektir. Buamaçla ambalaj tasarımında bulunan farklı faktörler belirlenmiş ve her faktörün tüketicinin satınalma niyetine olan etkisi incelenmiştir. Bu çalışmada ambalaj tasarımının faktörleri ambalajın şekli,rengi ve üzerindeki yazılar için kullanılan yazı stilidir. Tüketicinin satın alma niyetini en çok etkileyenambalaj tasarım faktörünü belirlemek için bu araştırmada çevrimiçi anket yöntemi uygulanmış veveriler toplanmıştır. Farklı ambalaj tasarımları görsel . . .olarak tasarlanmış ve anket katılımcılarındanfarklı kombinasyonlardaki tasarımları satın alma niyetlerine göre derecelendirmeleri istenmiştir.Veriler kısmi yarar konjoint analiz yöntemi uygulanarak analiz edilmiştir. Sonuç olarak organiksabun ürünü için tüketici satın alma niyetine etki eden ve en yüksek önem değerine sahip ambalajtasarımı belirlenmiştir. Analizle elde edilen fayda faktörünün katılımcıların demografik özelliklerinegöre farklılık gösterip göstermediği incelenmiş, pazar bölümlendirme yöntemlerinden biri olanfayda temelli bölümlendirme ile elde edilen pazar bölümleri de bu çalışmada araştırılmıştır. The purpose of this study is to determine the effects of different packaging designs onconsumer purchase intention and to determine the most effective packaging design. For thispurpose, different factors in the packaging design are determined and the effect of each factoron the consumers’ purchase intentions is investigated. In this study, the factors of the packagingdesign are the shape, color of the packaging and the writing style on it. In order to determine themost important factor of the packaging design, which affects the consumers’ purchase intentions,online survey method is applied and data are collected. Different packaging designs are generatedand the respondents are asked to rate the different design combinations according to theirpurchase intention. Data are analyzed by part-worth conjoint analysis method. As a result, thepackaging design, which has an effect on consumers’ preferences and purchase intentions andhas the highest importance rate, has been determined for the organic soap product. It has beenanalyzed whether the benefit factor differs according to the demographic characteristics of theparticipants. Additionally, the market segments obtained by benefit-based segmentation, one ofthe market segmentation methods, are also investigated in this study Daha fazlası Daha az
Ötken, Ayşe Begüm | Erben, Gül Selin
Other | 2010 | Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi12 ( 2 ) , pp.93 - 118
Çalışanların organizasyonları ile duygusal vt? bilişsel bir bağ hissederek psikolojik bir köprü kurmaları, kendilerini çalıştıkları şirketin bir parçası görerek şirketle özdeşleştirmeleri, son yıllarda araştırmacıların ilgisini çeken bir konu olmuştur. Bunun en temel nedeni, çalışanların kendilerini organizasyonları ile özdeşleştirmelerinin gerek çalışan gerekse organizasyon açısından olumlu sonuçlar doğurmasıdır. Orgii(sel özdeşleşme, bireylerin kendilerini sosyal bir grup ya da kategori içinde tanımlamaları ve anlamlandırmaları sonucu yaşanan bir durumdur. Bireyler, kişisel değer, inanç ve norm larıyla uyum içerisinde olan organiz . . .asyonlarda çalışmayı tercih etmektedirler. Örgütsel davranış, iş psikolojisi ve endüstri sosyolojisi gibi alanlarda gerçekleştirilen araştırmalarda örgütsel özdeşlemenin, iş memnuniyeti, örgütsel vatandaşlık davranışı, işten ayrılma niyeti gibi tutum ve davranışlarla olan ilişkisine odaklanılırken, çalışanın işiyle bütünleşmesi üzerindeki etkisine değinihnemiştir. Son yıllarda pozitif psikolojiye olan ilginin artmasıyla beraber çalışanın işiyle bütünleşmesi (işine angaje olması) hem araştırmacılar hem de yöneticiler tarafından üzerinde önemle durulan bir konu haline gelmiştir. Çalışanın işiyle bütünleşmesi pozitif tatmin edici ve zihnin işle ilgili bir durumudur, işiyle bütünleşmiş çalışan işini yaparken yüksek seviyede bir enerji hisseder, yaptığı işte bir anlam bulur ve etrafındaki her şeyi unutacak kadar kendini işine verir. İşiyle bütünleşmiş çalışanlar işinden daha fazla tatmin duyar. Kişinin işiyle bütünleşmesini sağlayan bireysel ve işle ilgili faktörlerin yanı sıra çalışanın örgütüne yönelik duygu, inanç ve tutumları gibi faktörler de yer almaktadır. Örgütsel özdeşleme de bu etmenler arasında çalışanın kurumuna yönelik tutum, inanç ve duygu durumunu gösteren bir olgudur. Çalışan, örgütüyle özdeşleştiği yani birçok akında uyum içinde olduğu oranda yaptığı işle de bütünleşmektedir. Örgütsel özdeşleşme çalışan ile Örgüt arasındaki duygusal ve bilişsel bir bağ durumu olduğundan ve çalışanın kendini çalıştığı örgüt üzerinden tanımlaması durumunu ifade ettiğinden, bu bağ ve tanımlamanın kişinin işine yönelik duygu, tutum ve davranışlarını da etkilemesi beklenebilmektedir. Örgütsel özdeşleşme, örgüt amaç ve hedeflerine bağlılığı ve da çalışanın yaptığı işe bağlılığını yani işiyle bütünleşme durumunu etkilemektedir. Kişilerin çalıştıkları yer ile özdeşleşmelerinin, performansları üzerinde olumlu katkıları olmaktadır. Bunun bir nedeni, örgütsel özdeşleşmenin çalışanın işiyle biiıiiıı/eşmesini sağlamasıdır. Örgütsel özdeşleşme ile çalışanın işiyle bütünleşmesi arasındaki ilişkiyi irdelemek, bir kurumsal bir de işle ilgili iki farklı durumun etkileşimini görmek açısından önemlidir. Bireylerin işlerine yönelik duygu, düşünce ve tutumlarının oluşumunda, örgüt unsurunun yeri ve önemini görmek açısından örgütsel özdeşleşme ve işe bağlılık ilişkisinin irdelenmesi faydalı olacaktır. Bu nedenle, bu çalışmanın amacı örgütsel özdeşleşme ve çalışanın işle bütünleşmesi arasındaki ilişkiyi incelemektir. Bu ilişki incelenirken çalışanın amirinden alabileceği desteğin rolü de araştırmaya dâhil edilmiştir. Gerek organizasyondan gerekse amirden ahinin sosyal desteğin çalışanların davranışları ve tutumları üzerinde önemli etkileri söz konusudur. Araştırmada, organizasyon yerine amirden alınan desteğin kullanılmasının sebeplerinden biri çalışanların şirket içerisinde sıklıkla amirleriyle etkileşim içerisinde olması ve çalışanla amiri arasındaki ilişkinin niteliğinin yüksek olması durumunda çalışanın da daha yüksek petforınaııs ve benzeri olumlu davranışlarla karşılık vermesidir. Bununla birlikte, çalışan amirini organizasyonun bir temsilcisi olarak görmekte ve çalışanın organizasyonla ilgili algısının oluşumunda amir önemli bir paya sahip olmaktadır. Bu nedenle, çalışanın amirinden aldığı desteğin çalışanın örgütsel bütünleşmesi ve işiyle özdeşleşmesi arasında önemli bir role sahip olacağı düşünülmektedir. Araştırmaya İstanbul 'da özel sektörde görev yapan 212 beyaz yakalı çalışan katılmıştır ve kolayda örn eklem kullanılmıştır. Veriler anket yöntemiyle toplanmıştır. Araştırma sonuçları çalışanın organizasyonuyla bütünleşmesi ve işiyle özdeşleşmesi arasında anlamlı bir ilişkinin olduğunu göstermiştir. Buncı göre, çalışan şirketiyle kendini özdeşleştirdikçe işiyle de daha fazla bütünleşmektedir. Amirden alınan desteğin bu ilişkide şartlı değişken rolüne sahip olduğu da ortaya konulmuştur. Yöneticiler bu araştırma sonuçlarına dayanarak çalışanların organizasyon/arıyla özdeşleşmelerini sağlayacak insan kaynaklan politika ve uygulamalarını hayata geçirmelidirler. Organizasyon için pozitif bir imaj yaratacak ve çalışanların kurum kimliğini güçlendirecek programlarla örgütsel Özdeşleşmeyi de sağlamalıdırlar. Bunu sağladıklarında çalışan lamı işlerine karşı olaıı duygusal motivasyonlarım arttıracaklar ve işleriyle bütünleşmelerini sağlayacaklardır. Bununla birlikte, amirin çalışanlarına sağlayacağı desteğin önemi de göz ardı edilmemelidir. Amirler ya da yöneticiler çalışanlarına geribildirim verdiklerinde, onları önemsediklerini ve değer verdiklerini hissettirdiklerinde ve manevi destek sağladıklarında çalışanların şirket ıçın de faydalı olabilecek olumlu davranışlar ve tutumlar sergilemelerini teşvik ettiklerini unutmamalıdırlar. Although organizational identification has gained a reasonable attention and researchers investigated the relation of organizational identification with various outcomes, there is no study that investigates its possible relationship with work engagement. The purpose of the study is to investigate the relationship between organizational identification and work engagement. Social support in the organizational context has a positive influence on several attitudes and behaviors of employees. Especially, when employees receive a support from a key actor in the workplace, they reciprocate through positive outcomes. PVith this in mind, supen'isor support is examined whether it moderates the relationship between organizational identification and work engagement. Questionnaire was used as a data collection method and sample consisted of 212 employees working in private sector in Istanbul, Turkey. Results showed thai employees who identify with their organization have high levels of work engagement. Support received from supen'isor is found to have a moderating role in this relationship Daha fazlası Daha az
İpek, Volkan
Article | 2019 | Akademik Hassasiyetler6 ( 11 ) , pp.315 - 330
Long lasting presidencies are one of the most significant characteristics of thepostcolonial state nature in Sub-Saharan Africa. Presidents who ruled more than two termswith five years each by staying in power at least ten years justified their right to long lastingrule in two ways. In the first one, they claimed that it is their right to be the president byreferring to the leadership role they assumed in the colonial struggle given against colonizers.This was more valid for the first presidents of the postcolonial period in Sub-Saharan Africa. Inthe second one, they thought it was their right to long lasting rule because they regar . . .dedthemselves as the leaders who ended the political and economic instability caused by the formergovernment members. This was rather observed in the aftermath of the first presidential term inpostcolonial Sub-Saharan Africa. Even though presidents in two situations pledges political andeconomic welfare to people, segments of authoritarianism in their administration appeared bytime. This study tends to analyze the authoritarian administrations of Yahya Jammeh in theGambia, Robert Mugabe in Zimbabwe and Gnassingbé- Faure Eyadéma in Togo by linking theconcept of long lasting presidencies to the Third World state theory. In this context, this studyregards these three long lasting presidents as the shapers of the Third world state in their owncountries. Uzun zamanlı Cumhurbaşkanlıkları Sahra Altı Afrika devletlerinin en belirginözelliklerinden biridir. Beşer yıllık iki dönemden toplamda en az on yıl görevde kalabilenCumhurbaşkanları yönetici konumlarını iki şekilde haklı göstermişlerdir. Birincisi, kolonyaldönemde liderlikleri altında geçen bağımsızlık mücadelesini öne sürmüşlerdir. Bu daha çokSahra Altı Afrika ülkelerinin postkolonyal dönemlerindeki ilk Cumhurbaşkanlarındagözlemlenmektedir. İkincisi ise kendilerinden önceki yönetimlerin neden olduğu siyasi veekonomik istikrarsızlığa son verdiklerini düşünmüşlerdir. Bu da daha çok Sahra Altı Afrikaülkelerinin postkolonyal dönemlerindeki ikinci ve sonrasındaki Cumhurbaşkanlarındagözlemlenmiştir. İki durumda da Cumhurbaşkanları halka siyasi ve ekonomik refah sözü vermiş,ancak bu sözlerini tam anlamıyla yerine getiremedikleri gibi yönetimlerinde otoriter eğilimlerortaya çıkmıştır. Bu çalışma Sahra Altı Afrika’da uzun zamanlı Cumhurbaşkanlığı ile buotoriter yapılı siyasaların eklemlendiği üçüncü dünya devleti teorisi ile bağ kurarak Gambia’daYahya Jammeh, Zimbabwe’de Robert Mugabe, Togo’da Gnassingbé-Faure Eyadémayönetimlerini incelemektedir. Bu bağlamda çalışma söz konusu üç uzun zamanlıCumhurbaşkanını ülkelerindeki üçüncü dünya devletinin şekillenmesinde baş aktörler olarakkabul etmektedir Daha fazlası Daha az
Özdemir, Özlem | Karadeniz, Esra
Other | 2011 | ODTÜ Gelişme Dergisi38 ( 3 ) , pp.275 - 292
Bu çalışma kişilerin demografik özelliklerinin (yaş, gelir seviyesi, eğitim seviyesi ve çalışma statüsü) ve kendilerine karşı algılarının (ağ oluşturma, başarısızlık korkusu, fırsatlara karşı uyanıklık, kendine güven) Türkiye'deki girişimcilik aktivitelerine ilgilerine/katılımlarına olan etkisini incelemektedir. Veriler Küresel Girişimcilik İzleme (KGİ) projesinin standart anketini kullanarak toplanmıştır. Sonuçlar erkek olmanın, daha yüksek gelir ve eğitim düzeyinde olmanın, kendine güvenli olmanın, fırsatlara karşı uyanık olmanın ve sosyal ağ oluşturabilmenin girişimci olma olasılığını pozitif etkilediğini göstermektedir. Fakat li . . .teratüre ve beklentilerimize aykırı olarak, başarısızlığa karşı korkunun Türkiye'deki girişimcilik aktivitelerine ilgi/katılımı etkileyen önemli bir faktör olmadığı bulunmuştur. This study investigates the effects of demographic characteristics of individuals (age, gender, income level, education level, and work status) and their perceptions about themselves (networking, fear of failure, alertness to opportunities, self-confidence) on their involvement to the total entrepreneurial activities of Turkey. Data are collected through using the standard questionnaire of Global Entrepreneurship Monitor (GEM) project. The results show that being male, having higher income and education level, being self-confident, being alert to opportunities, and networking positively affect the likelihood of being an entrepreneur. However, contradictory to the literature and our expectations , fear of failure is not found to be a significant factor that influences the likelihood of being involved in the total entrepreneurial activities of Turke Daha fazlası Daha az
Ökten, N Zeynep | Arslan, Ünal
Other | 2013 | Uluslararası İktisadi ve İdari İncelemeler Dergisi0 ( 11 ) , pp.75 - 88
Yoksulluk, işsizlik, gelir dağılımı, sağlık ve eğitim seviyesi bir toplumun yaşam kalitesini gösteren sosyal göstergelerdir. Sosyal gelişmenin yaşanması için ekonomik gelişme yeterli olmamaktadır ve ülke kalkınması için yapılan analizlerde sosyal göstergelerin olmaması analizi yetersiz kılmakta ve gerçeklikten uzaklaştırmaktadır. Doğrudan yabancı yatırımın(DYY) ülke ekonomisi üzerindeki etkilerini ekonomik parametreler kullanarak inceleyen çalışmalar hızla artarken sosyal parametreleri kullanarak sosyal gelişim ile DYY arasındaki ilişkinin irdelenmesi ihmal edilmiştir. Bu çalışma ile bu alandaki açığa ilişkin olarak Türkiyeye ilişki . . .n ekonomik parametrelerin yanı sıra sosyal parametrelerde kullanılarak DYY ın sosyoekonomik üzerindeki etkisi incelenmiştir. Çalışmanın sonucu, yabancı doğrudan yatırım ve sosyoekonomik koşullar arasında eşbütünleşik bir vektörün varlığını göstermetedir. Bu durum iki değişken arasında uzun dönemli bir denge ilişklisinin bulunduğunu belirtmektedir. Hata düzeltme modeli ise kısa dönemde DYY ve sosyo ekonomik koşullar arasında bir ilişkinin varlığına işaret etmektedir. Aynı zamanda sosyoekonomik koşullar da DYY üzerinde istatistiksel açıdan anlamlı ve pozitif bir etkiye sahiptir. Economic development is not enough to improve social development. Social indicators, such as poverty, unemployment, income distribution, health and education are the key elements which show the quality of the life in society. An analysis of country development that does not include social parameters is insufficient and unrealistic. Foreign direct investment (FDI) and its impact on the economy is one of the most studied issues during the past few decades but there is still an untouched area in the literature concerning the relationship between socioeconomic conditions and FDI. With this paper, we investigate the social parameters as well as economic parameters for testing the relationship between FDI and socioeconomic conditions, using Turkish data. The results show that there is a cointegrating vector between FDI and socioeconomic conditions. This indicates that there is long run equilibrium relation between the two variables. The error correction model indicates that in the short-run there is causality between socioeconomic condition and FDI. Socioeconomic conditions have a positive and significant effect on FDI Daha fazlası Daha az
Uslu, Çağrı Levent
Article | 2017 | Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi31 ( 5 ) , pp.1181 - 1199
Ekonomik kriz modern ekonomilerde belirli aralıklarla tekrarlayan, kimi ekonomistlere göre kaçınılmaz, kimilerine göre de doğru teşhis ve tedavi sonucu engellenebilecek bir mevhumdur. Bu çalışmada Türkiye'nin yakın dönemde yaşadığı iki krizin, 2001 ve 2008, öncü göstergeler yöntemi ile tahmini yapılmıştır. Kullanılan veri seti 1996:01 ile 2016:01 dönemlerini kapsamayan aylık verilerdir. Tahminde, öncü göstergeler literatüründe ekseriyetle kullanılan lojit model kullanılmıştır. Yapılan analizin sonucunda, hem Türkiye'nin farklı dönemlerini hem de farklı ülkeleri inceleyen çalışmalardan farklı sonuçlar bulunmuştur. Bu sonucun nedenler . . .i irdelendiğinde, kullanılan değişkenlerin ve modelin sabit kur sistemi altındaki ekonomilerde daha doğru sonuçlar doğurduğu ve incelenen iki krizden yalnızca birinin (2001) parasal kriz tanımına tam olarak uyduğu gerçeği görülmektedir. Açıklanan değişken olarak kullanılan Kur Baskı İndeksi (KBİ) veri setinde yer alan 241 gözlemden sadece 7'sinde kriz tespit edebilmiş ve bu durum modelin açıklama gücünde kayda değer bir azalmaya neden olmuştur Economic crisis is self-repeating phenomenon in modern economies. For some authors, economic crisis are inevitable and for others it may be prevented by correct detection of the problem and implementing correct policies. In this study, recent crisis that Turkey faced (2001 and 2008) are analyzed by employing leading indicators literature. The dataset employed in this study covers monthly data for the period between 1996:01 and 2016:01. Following the general trend in leading indicators literature, a logistic model is employed in the study. The results of the study are in an un-similar fashion compared to those of other studies conducted either for different periods for Turkey, or for some other countries. This may be due to the fact that, the dataset and methodology employed in this study is more suitable for the countries under fixed currency regime, and that only one crisis under investigation (2001) truly corresponds to the definition of financial crisis. The explained variable, Exchange Rate Pressure Index could detect 7 crisis periods out of a total 241 observations, and this damaged the explanatory power of the regression significantl Daha fazlası Daha az
İnal, Vedit
Article | 2012 | Doğuş Üniversitesi Dergisi13 ( 1 ) , pp.69 - 87
Bu makalede Türkiye’nin 2023 yılında dünyanın on büyük ekonomisinden biri olup olamayacağı araştırılmıştır. Büyüme teorisine göre büyümenin belirleyenleri tasarruf ve yatırımlar, beşerî sermaye ve araştırma-geliştirme çabalarının sağladığı teknolojik gelişmedir. Türkiye’nin tasarruf ve yatırım oranları 1988’den beri azalmaktadır. İşgücünün ortalama eğitim seviyesi ve kalitesi giderek yükselmekte ve Türkiye’nin rakipleriyle arasındaki fark kapanmaktadır, ama bu makaledeki tahmine göre, 2023 yılında Türkiye işgücünün eğitim seviyesi ve kalitesi rakiplerinin çoğunun gerisinde kalmaya devam edecektir. Araştırma- geliştirme çabaları da h . . .ızla artmaktadır, ama diğer olumsuz gelişmeler dikkate alındığında, araştırma-geliştirme çabalarındaki gelişmenin, 2023 yılında, Türkiye’yi ilk on ülke arasına sokmaya yetmeyeceği sonucuna varılmıştır. This article inquires as to whether Turkey can be among the ten largest economies of the world in 2023. According to the theory of growth, saving and investment, human capital, research and development efforts and the resulting technological development are the factors that cause economies to grow. The saving and investment ratios of Turkey have been declining since 1988. The average level of education of the labor force and the quality of education are both improving, but according to the predictions in this article, in 2023, the education level of the labor force will continue to be below most of Turkey’s rivals. Research and development efforts are also improving, but considering the other negative developments, it is concluded that the progress in research and development will be insufficient to take Turkey into the group of top ten countries in 2023 Daha fazlası Daha az
Durul, Ferzan
Article | 2019 | Beykoz Akademi Dergisi7 ( 1 ) , pp.180 - 203
Human rights, which are related to humans’ being able to realize themselves as honorable beings and to live humanely, reach a mutual agreement on “protecting” and “improving” all humans and states at an ideal level; whereas, they cannot provide stability in practice. Although a number of measures have been taken, both internally and externally, to prevent the violations of human rights, there has been an increase in the number of violations as well as an increase in the variety of those violations. This increase required the establishment of new control mechanisms by all means. European Court of Human Rights emerges to be the judici . . .al body of these control mechanisms. The sphere of influence of the ECHR, which has recently gained popularity and is seen as the final point to bring justice by many citizens, has considerably expanded as a result of the number of members in European Council hitting 47. ECHR is a control mechanism established by European Convention of Human Rights. This study crystallizes the human rights at a conceptual level and statistically analyses a total of 207 judgments (cases) on freedom of expression, which resulted against Turkey in ECHR between the years 1987 and 2011. The data in question have been collected from HUDOC19 (ECHR’s own database), and Ministry of Justice’s20 database. İnsanın insanca yaşaması, onurlu bir varlık olarak kendini gerçekleştirebilmesiyle ilintili olan insan hakları, ideal düzlemde tüm insan ve devletlerin “korunması” ve “geliştirilmesi” konusunda mutabakat sağladığı ancak uygulamada aynı istikrarın gözlenemediği haklardır. Ulusal ve uluslararası ölçekte insan hakkı ihlallerinin önlenebilmesi için pek çok tedbir alınsa da son yıllarda ihlallerin sayılarında artış oldugu gibi, çeşitliliğinde de artış gözlenmektedir. Elbette bu artış yeni denetim mekanizmalarının da kurulmasını zorunlu kılmıştır. Avrupa insan Hakları Mahkemesi, bu denetim mekanizmalarının yargı organı olarak karşımıza çıkmaktadır. Son dönemde, popülaritesi artan ve pek çok ülke vatandaşı tarafından adaletin bulunacagı son nokta olarak görülen AİHM’nin etki alanı, Avrupa Konseyinin üye sayısının 47’yi bulmasıyla birlikte bir hayli genişlemiştir. AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesiyle oluşturulmuş bir denetim mekanizmasıdır. Bu çalışmada, kavramsal düzlemde İnsan hakları billurlaştırılarak, 1987-2011 yılları arasında AİHM’nde ifade özgürlüğü alanında Türkiye aleyhine sonuçlanan, toplam 207 karar (dava) istatistiksel olarak çözümlenmiştir. Söz konusu veriler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kendi veri tabanı olan HUDOC’tan17 ve Adalet Bakanlığı’nın veritabanından18 elde edilmiştir Daha fazlası Daha az
Öngün, Erdem | Demirağ, Aşkın
Article | 2018 | Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi20 ( 2 ) , pp.71 - 88
Sosyal paylaşım ağları bireylerin kendilerini sunma ve temsil etme konusundatamamen yeni bir yöntem ortaya koymaktadır. Bu sanal araçlar kişilik ve kimlikçözümlemeleri açısından yeni bir çalışma ve ilgi alanı doğmasına yardımcı olmuştur.Geleneksel anlamda kişisel portre diğer adıyla vesikalık resim, dijital teknolojileringelişmesi sayesinde yeni adıyla „özçekim?, yeni bir fotoğraf çekme eylemi olarak ortayaçıkmıştır. Sosyal medya araçları üzerinden yayılan özçekim basit bir fotoğraftan çok birifade, kimlik, davranış ve tutumun dışa vurumudur. Bireylerin kendini ifade etme vegerçekleştirme eyleminin başka bir boyutu olan sosyal medya . . ., özçekim yapma açısından dakendini gösterme davranışının başka bir boyutudur. Bu durum kuşaklar olarak daadlandırılan yaş grupları açışından farklılık gösterebilmektedir. Bu çalışmada katılımcılarınözçekim yapma tutumları ile onların narsisistik eğilimleri arasındaki ilişki istatistikselyöntemler ile incelenmiştir. Çalışmanın bulguları rastgele seçilen toplam 574 katılımcınınözçekim yapma tutumu ve Narsisistik Kişilik Envanteri (NKE-16) olarak iki bölümdenoluşan çevrimiçi anket sorularına gönüllü olarak verdikleri cevaplardan oluşmaktadır.Çalışmanın sonunda yaptıkları özçekimleri paylaşan katılımcıların bunu aslında ilgi vedikkat çekme gibi narsisistik bir eylem içerisinde gerçekleştirdikleri bulgulanmış ve ilgilisonuçlar tartışılmıştır. Social sharing networks put forward a completely new method throughwhich individuals present and represent themselves. Those virtual tools help a new field ofstudy and interest to emerge in terms of the analysis of personality and identity. Intraditional sense, personal portrait, in other words, passport photo has evolved into “selfie(self-image) as new action of taking photos thanks to the development of digitaltechnologies. Disseminating on social media instruments, selfie is more than a simplephoto; it is rather a manifestation of an expression, identity and attitude. Social media,which is another dimension of individuals? actions to express and realize themselves, interms of taking selfies, is also a new dimension of individuals? behaviour to exhibitthemselves. This situation displays variations among age groups that are also called “generations”. This study researches into the relationship between participants? attitudes oftaking selfies and their narcissistic tendencies by using statistical methods. The findings ofthe study consist of two parts in which participants voluntarily answered related questionson an online survey tool. The first part is about a total of randomly selected 574participants? attitudes of taking selfies. The second part is about Narcissistic PersonalityInventory (known as NKE-16). The study results show that participants who share selfiesthey took are actually doing this to attract attention and raise interest as a part of narcissisticbehaviour. The results were also discussed in the final part of the study Daha fazlası Daha az