Dinç, Umut Aslı | Özdek, Şengül | Hasanreisoğlu, Berati | Başar, Demir
Article | 2011 | Türk Oftalmoloji Dergisi41 ( 1 ) , pp.43 - 48
Kalıtsal metabolik hastalıklarda göz tutulumu primer veya sekonder olarak gelişebilmektedir. Metabolik hastalıklarda meydana gelen oküler bulgular izole olarak gözlenebilmekte veya diğer sistemik bulgulara eşlik edebilmektedir. Patogenezden genellikle oluşan anormal metabolitlerin toksik etkisi veya normal metabolitlerin birikimi sorumlu tutulmaktadır. Kornea tutulumu özellikle mukopolisakkaridoz grubu hastalıklarda keratoplasti gerektirecek düzeyde ciddi olabilmektedir. Katarakt, en sık glukoz metabolizma hastalıklarında gözlenmektedir. Katarakt dışında homosistinüri, sulfid-oksidaz eksikliği ve hiperlizinemide özellikle lens sublu . . .ksasyonu sıktır. Lipid metabolizma bozuklukları ve lizozomal hastalıklarda retinopati gözlenirken, gyrate atrofide tipik korioretinal atrofi bulguları mevcuttur. Mitokondrial hastalıklar, lizozomal hastalıklar ve lökodistrofilerde optik nöropati izlenebilmektedir. Retina ve optik sinir tutulumları çoğunlukla tedavi ile geri dönüşü olmayan kalıcı hasarlar bırakmaktadırlar. Ocular involvement in inherited metabolic disorders may manifest primarily or secondarily. Ocular findings may be the sole manifestation of the disorder or may accompany other systemic signs. The toxic effect of abnormal metabolites or the excessive accumulation of normal metabolites is responsible for the pathogenesis. Corneal involvement may be severe enough to require keratoplasty especially in mucopolysaccharidoses. Cataract formation is mostly observed in glucose metabolism defects. Lens subluxations are frequent in homocystinuria, sulphite oxidase deficiency and hyperlysinemia. Retinopathies may be seen in lipid metabolism defects, lysosomal disorders and gyrate atrophy. Optic neuropathy may be found in mitochondrial, lysosomal diseases or leukodystrophies. Involvement of retina and optic disc usually has poor prognosis even after treatment Daha fazlası Daha az
Utine, Canan Aslı | Durak, İsmet
Article | 2012 | Türk Oftalmoloji Dergisi42 ( 4 ) , pp.294 - 297
Son yıllarda biber gazı, hem siviller tarafından öldürücü olmayan bir kendini koruma spreyi olarak, hem de kolluk güçleri tarafından toplumsal gösterilerde kullanılabilmektedir. Biber gazına maruz kalan insanlar, akut olarak şiddetli ağrı, blefarospazm, göz yaşarması ve kimi zaman bulanık görme ve hatta geçici körlük nedeniyle panik ve dezoryantasyon yaşamaktadırlar. Biber gazınının özellikleri, etki mekanizması ve bu maruziyetin diğer oküler kimyasal hasardan farklı yönleri hakkında bilgi sahibi olunması, oftalmologların acil yardım ve uygun tedavi konusunda zamanında ve doğru müdahalelerde bulunabilmeleri için önemlidir. (Turk J O . . .phthalmol 2012; 42: 294-7) Recently, pepper spray has been used by both civilians, as a non-lethal personal defense spray, and law enforcement agencies in population movements. People exposed to pepper spray experience panic and disorientation due to acute severe pain, blepharospasm, tearing and sometimes blurred vision and even temporary blindness. Having knowledge about the properties and mechanism of action of pepper spray and the different aspects of this exposure from other ocular chemical injuries is important for timely and correct interventions and appropriate management of the condition by the ophthalmologists in emergency care. (Turk J Ophthalmol 2012; 42: 294-7 Daha fazlası Daha az
Utine, Canan Aslı
Other | 2012 | Türk Oftalmoloji Dergisi42 ( 6 ) , pp.474 - 478
Gözün optik aberasyonları, retinada oluşan görüntünün çözünürlüğünü, kontrast ve detay miktarını sınırlayan optik sistem içindeki kusurlardır. Wavefront teknolojisi, bu optik aberasyonları ölçmemize, matematiksel olarak hesaplamamıza ve bu bilgiyi excimer lazer sistemine aktararak korneada kişiye özel tedavi yapmamıza izin verir. Keratorefraktif cerrahi sonrası düşük aberasyonlu kornea profili oluşturmak için geliştirilmiş iki tedavi algoritması wavefront-optimize (WF-O) ve wavefront-kılavuzlu (WF-K) tedavilerdir. WF-O tedavi, standart lazer tedavilerinde olduğu gibi manifest refraktif kusura dayalı tedavi yaparken, var olan sferik . . .aberasyonu artırmamayı amaçlar. Kornea asferisitesini optimize etmek için perifere uygulanan lazer spot sayısını artırarak, preoperatif olarak var olan merkezi: periferik keratometri oranını korur ve optik zon küçülmesini engeller. WF-K tedavi ise aberometri ölçümlerine dayalı tedavi yapar ve gözde var olan yüksek sıralı aberasyonları düzeltmeyi hedefler. Böylece uzaysal detayları yüksek retina görüntüsü elde edilebilir. Ancak postoperatif defokus varlığı, WF-K tedavi ile alınan başarılı sonucu ortadan kaldırabilir. Klinik randomize kontrollü çalışmalar, preoperatif RMS değeri 0,3 ?m olan hastalarda WF-K ve WF-O tedavi sonrası yüksek sıralı aberasyonlar sonuçları benzer iken, 0,4 ?m olduğunda ise WF-K tedavi sonuçlarının daha iyi olduğunu ortaya koymuştur. Normal gözlerde WF-K tedavi ile çok sınırlı bir görsel avantaj elde edilebilmekte, WF-O tedavi ile asferisite değerinin korunması daha büyük önem taşımaktadır. Diğer taraftan yüksek astigmatizm veya özellikle sferik aberasyon dışı yüksek sıralı aberasyonlar yüksek olduğunda ise, WF-K tedavi ile aberasyonların azaltılması gerekliliği ön plana çıkmaktadır. Bu çalışmada, iki tedavi algoritmasının özellikleri ve sonuçlarını karşılaştırmalı biçimde irdelemeyi amaçladık. Optical aberrations of the eye are the errors of the optical system that limit the resolution, contrast and amount of detail in the image formed on the retina. Wavefront technology allows us to measure these optical aberrations, calculate mathematically, and transfer this information into excimer laser system to perform customized treatment on the cornea. Two treatment algorithms developed to create low aberration-corneal profile are wavefront-optimised (WF-O) and wavefront-guided (WF-G) treatments. WF-O treatment, aims not to increase the existing spherical aberration while treatment is based on manifest refractive error as in conventional laser treatments. By increasing the number of laser spots applied peripherally in order to optimize the corneal asphericity, the preoperative central:peripheral keratometry ratio is preserved and optic zone shrinkage is prevented. On the other hand, WF-G treatment is based on aberrometry measurements and aims to correct the existing high-order aberrations in the eye. Thus, retinal image with high spatial details can be achieved. However, presence of postoperative defocus can abolish the successful results obtained with WF-G treatment. Clinical randomized controlled trials showed that in patients with preoperative RMS value of <0.3 μm, higher order aberration outcomes are similar after WF-G and WF-O treatments, but WF-G treatment yields better results when it is ≥0.4 μm. In normal eyes, very limited visual advantage can be achieved with WF-G treatment and preservation of asphericity value with WF-O treatment carries greater importance. On the other hand, in case of high astigmatism or higher order aberrations other than spherical aberration, decreasing aberrations with WF-G treatment becomes more important. In this study, we aimed to make a comparative analysis of characteristics and outcomes of the two treatment algorithms Daha fazlası Daha az
Unite, Canan Aslı | Akpek, Esen Karamürsel
Other | 2010 | Türk Oftalmoloji Dergisi40 ( 2 ) , pp.97 - 106
Kuru göz sendromu, “oküler yüzeye potansiyel hasarı olabilecek, rahatsızlık hissi, görsel bozukluk ve gözyaşı filminin dayanıksızlığına neden olan, gözyaşı ve oküler yüzeyin çok-faktörlü bir hastalığı” olarak tanımlanmıştır. Genel oftalmoloji kliniklerine başvuran hastaların, tahminen %25’i kuru göz sendromu belirtileri bildirmektedir. Kuru göz sendromu hastalarının yaklaşık dörtte birinde altta yatan bir romatolojik durum, en sık olarak da Sjogren Sendromu bulunmaktadır. Sjögren sendromu, viseral (akciğer, kalp, böbrek, gastrointestinal, endokrin, merkezi ve periferik sinir sistemi) ve viseral-olmayan (deri, artralji, miyalji) sist . . .emik klinik tabloları olan çok-sistemli bir hastalıktır. Sjögren sendromu patogenezindeki iki ana oto-immun mekanizma B lenfosit hiperaktivitesi ve ekzokrin bezlerin fokal T lenfositik infiltrasyonudur. Genetik olarak yatkın kişilerin glanduler epitel hücrelerinin aktivasyonu veya apoptozisini, oto-antijenlerin ekspresyonu ile immun sistem aktivasyonu takip eder, ve kendi kendini idame ettiren (ölümsüzleştiren) T hücre bağımlı oto-immun cevap ortaya çıkar. Bu sürece, Tümör nekroz faktör a, İnterlökin-1b ve İnterlökin-6 başta olmak üzere pek çok inflamatuvar sitokin, kemokin, oto-antikor ve diğer faktörler dahil olur. Sjögren sendromu, oftalmoloji klinik pratiğinde önemli ölçüde bilinmemektedir. Bunun ana sebebi, ilk tanıyı zorlaştıran, hastalığın semptomatik dışavurumunun çeşitliliğidir. Hastalığın tanısının erken evrelerde konulması, oldukça sık olan bu oto-immun hastalığın prognozunu önemli derecede iyileştirecektir. Tanının gecikmesi, kornea komplikasyonları ile görmenin kalıcı kaybına ve diğer sistemik komplikasyonlara neden olabilir. Oftalmologların, klinik öngördürücü faktörlere dayanarak, kuru göz sendromu hastaları arasından Sjögren sendromu riski taşıyan hastaları belirlemeleri; böylece Sjögren sendromu taraması yapılması gereken hastaları dikkatli seçmeleri çok önemlidir. Bu yazıda, Sjögren sendromu ve ilişkili kuru göz sendromunun altta yatan immunopatolojisini özetlemeyi amaçladık. Dry eye syndrome (DES) is defined as “a multifactorial disease of the tears and ocular surface that results in symptoms of discomfort, visual disturbance, and tear film instability with potential damage to the ocular surface”. An estimated 25% of patients attending general ophthalmology clinics reports symptoms of DES. About a quarter of patients with DES has an underlying rheumatic condition, most commonly Sjogren’s syndrome (SS). SS is a multi-system disease with visceral (respiratory, cardiac, renal, gastrointestinal, endocrine, central and peripheral nervous system) and non-visceral (skin, arthralgia, myalgia) systemic clinical conditions. The two essential autoimmune mechanisms in the pathogenesis of SS are: B lymphocyte hyperactivity and focal T lymphocytic infiltration of the exocrine glands. Activation or apoptosis of glandular epithelial cells in genetically predisposed individuals leads to subsequent immune activation, resulting in the expression of auto-antigens that initiate a self-perpetuating T cell-dependent autoimmune response. Multiple pro-inflammatory cytokines, mainly TNF-a, IL-1b and IL-6, chemokines, auto-antibodies and other factors are involved in this process.Unfortunately, SS is quite unknown in the ophthalmology clinics. The main reason of this is the large variations in the symptomatic presentation of the disease, which makes the initial diagnosis difficult. Diagnosing the disease in the early stages would significantly improve the prognosis of this common autoimmune disease. Delay in the diagnosis can cause permanent loss of vision due to corneal complications and other systemic complications. It is of paramount importance that ophthalmologists determine patients who carry significant risk of SS among DES patients, according to the clinical predictors; thus, carefully select the patients in whom SS screening should be conveyed. Herein, we aimed to summarise the immunopathology of SS and the related DES Daha fazlası Daha az
Bahçeci, İlke Şimşek | Yabaş, Özge Kızıloğlu | Ziylan, Şule
Article | 2013 | Türk Oftalmoloji Dergisi43 ( 6 ) , pp.442 - 445
Amaç: Tümör eksizyonu sonrası tam kat alt kapak defektlerinin rekonstrüksiyonunda sert damak mukoza grefti (SDMG) kullanımının değerlendirilmesi. Gereç ve Yöntem: 2005-2009 yılları arasında, alt kapakta tümör nedeniyle tam kat eksizyon uygulanan hastaların kayıtları retrospektiolarak değerlendirildi. Arka lamel rekonstrüksiyonunda SDMG kullanılan 7 hasta çalışmaya dahil edildi. SDMGinde kontraksiyon, nekrozgreft kaynaklı sekresyon artışı, sert damaktan greft alınma metodu ve alınma yeri ile ilgili yaşanabilecek sorunlar değerlendirildi. Sonuçlar: Ameliyat sırasındaki yaşları 48-71 arasındaki 7 hastaya (4 kadın, 3 erkek) tümör eksizy . . .onu sonrasında SDMG ile arka lamerekonstrüksiyonu uygulandı. Ameliyat sonrası takipleri 6-56 ay arasında olan hastaların birinde ciddi, bir diğerinde ise hafif derecede alt kapak retraksiyonu gelişti. Sert damak mukoza greftinde nekroz problemi yaşanmadı. İki hastada ameliyat sonrası sert damak bölgesinde kanama oldubaskılı pansuman ve hafif koterizasyon ile kanama kontrol altına alındı. Tartflma: SDMG alt kapakta arka lamel rekonstrüksiyonlarında altın standart olarak kullanılmaktadır. Bu greftlerle ilgili ana problem ağız içinin göz doktorlarının alışık olmadıkları bir bölge olması, ve sert damak bölgesine ait komplikasyonların olabilmesidir. Anatomiye daha hakim olunması, uygun cerrahi teknik ve operasyon sonrası bakımla bu komplikasyonlar azaltılabilir. (Turk J Ophthalmol 2013; 43442-5) Purpose: To evaluate the surgical outcome of autogenic hard palate mucosal grafts (HPMGs) in full-thickness lower eyelid reconstruction following tumor excision. Material and Method: The medical records of patients who had full-thickness lower eyelid tumor excision between 2005 and 2009 were retrospectively reviewed. Seven patients who had HPMG for posterior lamellar reconstruction were included in the study. Graft complications like necrosis, contraction, excessive mucous discharge, and potential problems in the graft harvesting site and technique were evaluated. Results: Seven eyelid reconstructions with HPMG were performed on 4 female and 3 male patients with an age range of 48 to 71 years at surgery. The patients were followed for 6 to 56 months. Two patients had inferior eyelid retraction - one of them was severe and the other one was mild. None of the patients had HPMG necrosis. Donor site haemorrhage occurred in two patients which was controlled with direct pressure and cauterization in the early postoperative period. Discussion: HPMGs have been the golden standard for the reconstruction of posterior lamellar eyelid defects. The main problem about these grafts is that the oral cavity is an unusual region for ophthalmologists with potential complications arising from the hard palate. Comprehension of the anatomy, proper surgical technique, and postoperative care can decrease the rate of these complications. (Turk J Ophthalmol 2013; 43: 442-5 Daha fazlası Daha az
Tatlıpınar, Sinan
Article | 2012 | Türk Oftalmoloji Dergisi42 ( 3 ) , pp.216 - 218
Makula deliği, fovea bölgesini tutan retina defekti olarak tanımlanabilir. Anatomik olarak tam kat veya lameller olabilir. Senil idiyopatik olguların dışında travma, yüksek miyopi ve retina dekolmanı etiyolojik faktörler arasında yer almaktadır. İdiyopatik makula deliklerinin gelişimindeki temel faktörün tanjansiyel vitreofoveal çekinti olduğu ileri sürülmüştür. Makula deliği gelişimi diyabetik retinopati zemininde de olabilir ve görece nadir bir durum olarak literatürde rapor edilmiştir. Proliferatif diyabetik retinopatide görülen makula delikleri farklı tiplerde olup değişik mekanizmalar sonucunda oluşmaktadır. Bu makalede bu fark . . .lı patofizyolojik mekanizmalar örnekler ile sunulmaktadır. Diyabetik makula deliklerinde vitrektomi cerrahisi ile idiyopatik deliklerde olduğu gibi yüksek oranda kapanma elde edilse de görsel başarı altta yatan diyabetik makula değişiklikleri nedeniyle sınırlı olabilir. (Turk J Oph thal mol 2012; 42: 216-8) Macular hole can be defined as the retinal defect involving the foveal region. Anatomically, it may be lamellar or full thickness. Other than senile idiopathic cases, trauma, high myopia and retinal detachment may be among the etiological factors. Tangential vitreofoveal traction was proposed as the main factor in the development of idiopathic cases. Macular hole development may occur in diabetic retinopathy, and it was reported to be a relatively rare condition in the literature. The macular holes associated with proliferative diabetic retinopathy can be of different types, and they develop through different mechanisms. Herein, these pathophysiological mechanisms are described with case samples. Although a high rate of closure is achieved with vitrectomy surgery in these cases similar to idiopathic macular holes, visual success may be limited due to underlying diabetic macular changes. (Turk J Ophthalmol 2012; 42: 216-8 Daha fazlası Daha az
Tatlıpınar, Sinan | Ayata, Ali
Other | 2011 | Türk Oftalmoloji Dergisi41 ( 2 ) , pp.108 - 113
Floresans; bazı moleküllerin belli bir dalga boyundaki ışıkla uyarılması sonucu daha uzun bir dalga boyunda ışık yaymasıdır. Fundus floresein anjiyografi bu konudaki en klasik örnektir. Otofloresans ise sodyum floresein verilmeksizin gözdeki yapılardan floresan ışık yayılımı olarak tanımlanabilir. Fundus otofloresansı (FOF), retina pigment epitelindeki lipofusinden kaynaklanmaktadır. FOF görüntülemesi, modifiye edilmiş fundus kameraları veya tarayıcı lazer oftalmoskoplarla kaydedilebilmektedir ve farklı fundus hastalıklarında kullanılmaktadır. Otofloresans görüntülerini değerlendirilmesi niteliksel ve niceliksel olarak yapılmaktadır . . .. Bu yazıda, FOF fotoğrafları eşliğinde otofloresans görüntülerinin sistematik olarak değerlendirilmesi anlatılmaktadır. (Turk J Ophthalmol 2011; 41: 108-13) Fluorescence is the property of some molecules to emit light energy of a longer wavelenght when stimulated by a light of a certain wavelength. Fundus fluorescein angiography is the classical example for fluorescence. Autofluorescence, on the other hand, is emission of fluorescent light from ocular structures in the absence of fluorescein sodium. Fundus autofluorescence (FAF) is known to originate from lipofuscin in the retinal pigment epithelium. FAF can be recorded by modified fundus cameras or scanning laser ophthalmoscopes and has been used in different retinal disorders. Evaluation of FAF images can be done both qualitatively and quantitatively. Herein, a systematic evaluation of FAF images is described with examples Daha fazlası Daha az
Dinç, Umut Aslı | Tatlıpınar, Sinan | Yenerel, Nursel Melda | Görgün, Ebru | Alimgil, Levent | Başar, Demir
Other | 2009 | Türk Oftalmoloji Dergisi39 ( 1 ) , pp.52 - 55
Bu çalışmada endojen fungal endoftalmi saptanan bir olgunun klinik seyri ve tedavisi tartışılmaktadır. Kandida albicans endokarditine eşlik eden ve başka bir merkezde her iki göze önceden üveit tanısıyla intravitreal steroid enjeksiyonu, daha sonradan kandida endoftalmisi nedeniyle intravitreal amfoterisin-B enjeksiyonu uygulanmış olan yetmişbir yaşındaki kadın hastanın başvuru sırasında görme keskinliği sağ gözde ışık hissi negatif ve sol gözde tashihle 0.16 düzeyinde idi. Fundus muayenesinde sol gözde belirgin vitritis ve alt yarıda kartopu lezyonu tespit edildi. Genel durum bozukluğu nedeniyle vitrektomi uygulanamadı. Sol gözdeki . . . oküler bulgular sistemik flukonazol ve amfoterisin-B tedavisi ile gerileyerek görme keskinliğinin 0.5 düzeyine yükseldi ve vitritisin kaybolduğu izlendi. Vitrektomi uygulanamayan endojen kandida endoftalmi varlığında antifungal ajanlarla yapılan sistemik tedavi ile tatminkar sonuçlar alınabilmektedir. The clinical course and treatment of a case with fungal endophthalmitis is described. Visual acuity of a seventy-one year-old female, having underwent previously an intravitreal steroid injection for uveitis and subsequently an intravitreal amphotericin-B injection for candida endophthalmitis in another institute, was no light perception in the right eye and 0.16 and in the left eye. Fundus examination revealed significant vitritis and snowball in the left eye. Vitrectomy was not performed due to instabilitiy of systemic state. Ocular findings in the left eye regressed with systemic fluconazole and amphotericin-B treatment and visual acuity increased to 0.5 together with the disappearance of vitritis. In the presence of endogenous candida endophthalmitis, satisfactory outcomes may be obtained by systemic antifungal therapy even in cases of which vitrectomy could not be performed Daha fazlası Daha az
Şahan, Berna | Çiftçi, Ferda | Özkan, Ferda | Öztürk, Vildan
Article | 2016 | Türk Oftalmoloji Dergisi46 ( 6 ) , pp.277 - 281
Amaç: Göz kapağındaki nüks bazal hücreli karsinom (BHK) olgularında yeniden nüks görülmemesi için dondurulmuş kesit denetimli cerrahi eksizyon yapılmasının önemini vurgulamaktır.Gereç ve Yöntem: Kapak tümörü saptanarak farklı merkezlerde farklı yaklaşımlarla cerrahi eksizyon uygulanmış olan ve nüks ile kliniğimize başvuran 35 olgunun 35 gözü çalışma kapsamına alındı. Tüm olgularda kitleler sağlam görünen sınırın 1-2 mm dışından eksize edilerek dondurulmuş kesit denetimi için patolojik incelemeye gönderildi. Sağlam cerrahi sınıra ulaşıldıktan sonra tüm olgulara greft ve flep kullanılarak kapak rekonstrüksiyonu yapıldı. Bulgular: Olgu . . .ların 21'i (%60) erkek, 14'ü (%40) kadındı ve yaş ortalaması 63,414,2 idi. Sağlam cerrahi sınıra ulaşılana kadar 11 olguda bir kez, 12 olguda iki kez, 8 olguda üç ve 4 olguda ise dört defa dondurulmuş kesit denetimi incelemesi için doku gönderildi ve tüm örnekler BHK olarak raporlandı. Tüm olgulara greft ve flep kullanılarak kapak rekonstrüksiyonu yapıldı. Ameliyattan sonra 1-8 yıllık (ortalama: 4,3 yıl) takip süresince 2 (%5,7) olguda nüks oldu ve tekrar cerrahi uygulandı; 33 (%94,3) olguda ise nüks saptanmadı.Sonuç: Göz kapağındaki nüks BHK olgularında, dondurulmuş kesit denetimli cerrahi ile düşük nüks oranları temin etmek mümkündür. Objectives: To show the importance of frozen section-controlled excision to avoid the re-recurrence of recurrent basal cell carcinoma (BCC) of the eyelids. Materials and Methods: Thirty-five cases who underwent eyelid tumor excision in different centers and were admitted to our clinic with recurrent eyelid tumors. Recurrent tumors were resected by excision 1-2 mm from the tumor's visible margin and sent to pathology for frozen section examination. Eyelid reconstructions with flap and graft were performed after confirming that the surgical margins were negative. Results: Twenty-one (60%) of our patients were male and 14 (40%) were female. Median age of our group was 63.4±14.2 years. Excision and sending the excised material for frozen section control was performed once for 11 patients, 2 times for 12 patients, 3 times for 8 patients and 4 times for 4 patients to confirm that the surgical margins were clean. All pathology samples were reported as BCC. All patients had eyelid reconstruction with flap and graft. Recurrence was detected in 2 patients (5.7%) during 1 to 8 years (mean 4.3 years) of follow-up and those patients were reoperated; no recurrence was detected in the remaining 33 patients (94.3%). Conclusion: Frozen section control can provide low re-recurrence rate in patients with recurrent BCC of the eyelids Daha fazlası Daha az
Küçümen, Raciha Beril
Article | 2007 | Türk Oftalmoloji Dergisi37 ( 5 ) , pp.391 - 396
Kornea ektazisi, refraktif cerrahın karşılaşabileceği geç dönem komplikasyonları arasında en önemlilerinden biridir. Sebebi kesin olarak bilinmeyen bu komplikasyon, keratokonus ile benzerlikler göstermekle birlikte ayrı bir antite teşkil etmektedir. Sıklıkla laser in situ keratomileusis (LASİK), seyrek olarak ta fotorefraktif keratektomi (PRK), radial keratotomi ve astigmatik keratotomiden sonra ortaya çıkar. Bu yazıda olası risk faktörleri, ortaya çıkış nedenleri, bu konuda yazılmış makaleler ve vaka bildirileri derlenerek sunulmakta, ayrıca kişisel deneyimler de paylaşılmaktadır. Corneal Ectasia After Refractive Surgery Corneal ec . . .tasia is one of the most important late term complications which a refractive surgeon would be confronted with. The etiology of this complication is unknown, but it shows resemblance to keratoconus. It is seldom seen after laser in situ keratomileusis (LASIK) and rarely after photorefractive keratectomy (PRK), radial keratotomy and astigmatic keratotomy. In this article, reports published recently on this topic are reviewed and personal experiences are shared Daha fazlası Daha az
Utine, Canan Aslı | Çakır, Hanefi | Altunsoy, Muhsin
Article | 2009 | Türk Oftalmoloji Dergisi39 ( 2 ) , pp.153 - 160
Kollajen çapraz bağlama, son yıllarda korneanın ektatik hastalıklarının tedavisinde yaygınlaşmıştır. Bu yöntem fotosensitize edici madde olan riboflavin ve ultraviyole A (UVA) ışınlarının kombine etkisi ile stroma kollajen liflerinin fotopolimerizasyonunu sağlar. Kornea epiteli kaldırıldıktan ve riboflavin damla ile sature edildikten sonra 30 dakika boyunca 3 mW/cm2 UVA (toplam 5.4J/cm2 yüzey dozu) uygulaması yapılır. Sonuçta bir fotooksidatif mekanizma (oksidatif dezaminasyon) ile intra-fibriller kovalent bağlar artar. Ayrıca, tedavi sonrası daha kalın çaplı ve enzimatik degradasyona daha dirençli yeni kollajen oluşmaktadır. Böylec . . .e, stroma kollajenini “dondurmak” ve korneanın biyomekanik kararlılığını artırmak amaçlanır. Bu tedavi, keratokonus veya iyatrojenik keratektazi yanısıra kornea içi halkaların etkisinin güçlendirilmesi, korneada erime, büllöz keratopati ve hidrops tedavisinde de denenmektedir. Tedaviden hemen sonra anterior ve orta stromada keratositlerin tama yakın kaybı ile beraber stroma ödemi izlenir. Postoperatif 3. ayda keratositler yeniden oluşmaya ve ödem kaybolmaya başlar. Hücre yoğunluğu postoperatif dönemde ilerleyici olarak artar ve yaklaşık 6. ayda keratositlerin yeniden çoğalması tamamlanır, beraberinde stroma lifleri yoğunluğunda da artış olur. Ortalama tedavi derinliği 320 µm’dir. 400 µm’den kalın stromaya uygulanan tedavi sonrası endotel hasarı gözlenmemektedir. Topografik olarak ortalama keratometri değerinin azalması ile birlikte ortalama sferik eşdeğerde yaklaşık 2.5 D azalma, morfolojik simetrideki iyileşme, kornea aberasyonlarında azalma saptanmıştır. Collagen crosslinking has been widely used in ectatic disease of the cornea. This method causes photopolymerisation of the stromal collagen fibers with the combined effect of the photosensitizing substance riboflavin and ultraviolet A (UVA) beam. After removal of the corneal epithelium ve saturation with riboflavin drops, 3 mW/cm2 UVA (total 5.4J/cm2 surface dosage) is applied for 30 minutes. As a results of a photooxidative mechanism (oxidative desamination), intra-fibrillary covalent bonds increase. After the treatment, new collagen with thicker diameter and resistance to enzymatic degradation is formed. By this way, “freezing” the stromal collagen and increase in corneal biomechanical stability are aimed. Beside keratoconus and iatrogenic keratectasia, this treatment has been tried for reinforcing the effect of intracorneal rings, treatment of corneal melting, bullous keratopathy ve hydrops. Immediately after the treatment, almost complete loss of keratocytes in the anterior and mid-stroma and stromal edema are seen. At the postoperative 3rd month, keratocytes begin to regenerate and edema begin to disappear. The cell density increase progressively in the postoperative period and around 6th month, regeneration of the keratocytes is complete, together with the increase in the stromal fiber density. The mean treatment depth is 320 µm. After treatment in stroma thicker than 400 µm, endothelial damage is not seen. Together with the topographic decrease in mean keratometry value, approximately 2.5 D decrease in mean spherical equivalent, improvement in morphological symmetry and decrease in corneal aberrations were detected Daha fazlası Daha az
Perente, İrfan | Utine, Aslı Canan | Çakır, Mehmet | Söğüt, Zafer | Tunç, Kamuran | Sabancı, Şenol | Güngel, Hülya
Article | 2007 | Türk Oftalmoloji Dergisi37 ( 5 ) , pp.367 - 380
Amaç: Sağlıklı Türk gözlerinde, peripapiller retina sinir lifi tabakası (RSLT) ve maküla kalınlık ve hacim parametreleri için normatif değerlerin, Optik Koherens Tomografi (OKT 3) ile saptanması. Yöntem ve Gereçler: Bu kesitsel çalışmada, Beyoğlu Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde rastgele seçilmiş ardışık 203 gözde, OKT 3 ile peripapiller retina sinir lifi tabakası ve maküla görüntülemesi yapıldı. Peripapiller RSLT kalınlığı, 3.46 mm çaplı 3 OKT tarama dairesi ile; maküla kalınlığı, 6 radyal tarama ile ölçüldü. Toplanan verilerin normal dağılımı, Kolmogorov- Smirnov testi ile test edildi. Yaş, cinsiyet ve refraktif kusurun çeşit . . .li parametreler üzerindeki etkisi bağımsız gruplar t-testi, tek yönlü varyans analizi ve Pearson korelasyon katsayısı ile değerlendirildi. Sonuçlar: Otuz dokuz erkek ve 63 kadın olgu incelendi. İncelenen çalışma grubunun ortalama RSLT kalınlığı 103.21l 1.68u (77.85 - 134.53p arası) idi. RSLT kalınlığı, inferior kadranda en kalındı; sırasıyla superior, nazal ve temporal kadranlarda tedrici ve anlamlı olarak daha azdı (p0.05). RSLT kalınlık parametreleri üzerinde yaşın etkisi saptanmadı. RSLT kalınlık parametrelerinin çoğu, kadınlarda erkeklere göre anlamlı olarak kalındı (p0.05). İncelenen toplumda ortalama fovea kalınlığı 194.8420.66p (154 - 299u arası) idi. Maküla kalınlık ve hacim parametreleri, 14-24 yaş grubunda 3-13 yaş grubuna göre anlamlı olarak daha kalındı. Maküla parametreleri üzerine cinsiyetin etkisi saptanmadı (p0.05). Refraktif kusur ile ortalama RSLT ve toplam maküla hacmi arasında pozitif korelasyon mevcuttu (p0.009). RSLT ve maküla kalınlığı ve hacim parametreleri, gözün lateralitesi iteiâegişmiyordu (pQ:05). Sonuç: OKT ile peripapiller RSLT ve maküla kalınlıklarının bu normatif veritabanı, optik sinir ve maküla hastalıklarının yönetimi ve daha ileri araştırmalarında yararlı bir rehber olabilir. Peripapillary Retinal Nerve Fibre Layer and Macular Thickness by Optical Coherence Tomography - Turkish Mormative Database Purpose: To determine the normative values for peripapillary retinal nerve fibre layer (RNFL) and macular thickness and volume by Optical Coherence Tomography (OCT 3) in healthy Turkish eyes. Material and Method: In this cross-sectional study, the .peripapillary retinal nerve fibre layer and macula of 203 consecutive, randomly selected normal eyes were imaged on OCT 3, in Beyoğlu Eye Research and Training Hospital. Thickness of the peripapillary RNFL was determined with three 3.46 mm diameter circle OCT scan. Macular thickness was measured with 6 radial scans of the macula. The normality of the collected data was tested with Kolmogorov- Smirnov test; and the influence of age, gender and refractive error was evaluated on various measured parameters using unpaired t-test, one-way analysis of varience and Person's correlation coefficient. Results: Thirthy nine males and 63 females were included into the study. The average RNFL thickness in the sample study under investigation was 103.21±11.68p (Range: 77.85 - 134.53u). The RNFL was thickest in the inferior quadrant; progressively and significantly less in superior, nasal and temporal quadrants (p<0.05). There was no effect of age on various RNFL thickness parameters. Most of the RNFL thickness parameters were found to be statistically significantly thicker in females, compared to males (p<0.05). The average foveal thickness in the population under study was 194.84±20.66p (Range: 154 - 299u). The macular thickness and volume parameters were significantly thicker in 14-24 years old group than 3-13 years old group. The macular parameters were not significantly influenced by gender (p>0.05) There was positive correlation between the refractive error and total macular volume (p0.009). RSLT and macular thickness and volume parameters were not influenced by the laterality of the eye. Conclusion: This normative database of peripapillary RNFL and macular thickness by OCT in healthy Turkish eyes may be a useful guideline for management and further research in diseases of optic nerve and macula Daha fazlası Daha az
- Arama alanına arayacağınız kelime veya kelimeleri girin.
- Arama sonucunda gelen listeyi daraltmak için kelime sayısını artırınız. Arama motoru birden fazla kelime varsa ikisininde geçtiği kayıtları getirir.
- Aramalarda büyük-küçük harf ayrımı yoktur. (Dizinler Türkçedir. Türkçe dışındaki kelime aramalarında I karakterinin küçüğünün i olmayacağını aklınızda bulundurunuz.)
- Kelime içinde geçen bazı harflerden emin değilseniz, o karakterin esnek olduğunu belitmek için ?(tek harf), *(çok harf) kullanınız.
- Aramalarda kelime kökü esas alınır. Örnek; kitap kelimesi arandığında kitap, kitaplar, kitaplık, kitabın, kitapçı vb sonuçlar da listelenir.
- Eğer aramanın bire bir eşlenmesi isteniyorsa çift tırnak içide arayınız.
- Aralık aramaları harf ve sayı karışık ise { } karakterleri içinde, Örnek;{başlangıç ... bitiş} eğer aradığınız aralık sayılardan ibaret ise köşeli parantez kullanınız, Örnek;[1926 ... 2015]
- Arama sonuçlarından bazı kelimeleri içeren kayıtları elemek istiyorsanız o kelimenin başına - karakterini yazınız, o kelime geçen kayıtlar listeden elenir.